Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

8 Mart 2010 Pazartesi

gece tam on ikiyi vuruken



yazdığımı görebilsem, karanlıkta yazacağım sana yazılarımı sana, üzerimde dolaşan onlarca gözün baskısı, sana olan aşkımı ifade ederken zorluyor beni, nasıl bakıyorlar bana bir görsen...

limonlu çay içiyorum bu aralar, boğazım ağrıyor ve burnum sızlıyor, gözlerim kızarıyor umarsızca, kendimi sıksam, belki bir kaç damla yaş süzülür yanaklarımdan seni anlatan, sigaradan kuruyan dudaklarımı sevemezsin sen benim, yüzümü görsen korkarsın belki, umarsızca kendimi sollamaya çalıştığım şu hayatta öyle sevdalarla akfa kafaya çarpıştım ki ben, hiç biri güzel değil senin sesinden.

bosnalı bir askerin vatanına olan duygularından daha yoğun bir aşk yaşarken sana karşı, direksiyonu sabit tutmak namümkünken, yalanlardan sıyrılıp yeni bir sevdaya kucak açmak istiyen "bir başka ben". sadece aşkımın seni mutlu edeceğimi bilsem bir dakika susmam söylerim sana, tutarak ellerini, gözlerine gözlerimi kenetleyerek, söylerdim yaşadığım yaşadığım hicranı, anlatırdım hüznünü ve acısını biten her aşkın.

bazı yalanlar güzel olsa da, seni sevdiğim yalan değil, ama korkuyorum kendni geri çekmenden, korkuyorum hayatından silinip gitmekten, bu öyle bir sevda ki, o kadar derinden gelen, hissedersin nefesimi, ta derinlerden gelen.

saatler 12 yi vurduğunda patlayan bir bomba gibi benim aşkım, korkum şarapnellerin sana zara vermesinden, korkum; yalnızlığı bana tercih etmenden, ellerimden kayıp gidecek bir aşka daha hazır değilim, kalrıramam, ayağıma bir taş bağlayarak atarım kendimi boğazdan, ya da sadece bir el silah sesi: dan!...

akıp giderken vücudumdan kıpkırmızı kan, belki bir kaç damla gözyaşı gelir o güzel göz pınarlarından, belki çok uzaklardan duyarsın bir başka beni, soluklaşan bu aşk şiirini, zarifoğlu'nu sevdiğim kadar seviyorum seni, belki daha fazla, ama mezarın başında ağlayamam, eğer ben daha önce sıkılmamaışsam bu hayattan...

bu acziyet dolu satırları armağan ederken sana, daha iyilerini çıkaramadığım için küfrediyorum kalemime, aklıma sabahın altısı geliyor, anabel geliyor, yılmaz abim geliyor bir beyaz sayfa diyen buğulu sesiyle, çam yeşili aklıma geliyor kopkoyu, bir de kırmızı ben...

hiç kimse okumasın diye yazdığım bir aşk masalısın oysa sen, sadece sen oku, sadece sen ve ben, arafta beraber okuyalım, gece sabaha ereken istanbulda, camiden gelen ezan kadar güzel sesin, müjdecisi gecenin sabaha erişinin...

gece tam on ikiyi vuruken bu satırları yazarken ve sen o güzeller güzeli sesin sahibi, çekiciliğin sadece uzaklıktan sanma, ben sana 3 saat içinde ikinci yazımı yazarken, içtiğim her sigaradan sonra sararan dişlerimden, çatlayan dudaklarımdan sonra sever misin, sevebilir misin beni bilmezken...

en güzel cümleler üç noktayla biter, hayatıma koyduğum üç nokta olan sen, sonu belirsiz bir sevdaya aldın beni, alacağın olsun. tüm beyazları armağan ediyorum sana, ve kan kırmızısını, çünkü kan olmadan sevgi olmaz, beyaz bir sayfaya aşk işlemez.

.

.

.

0 yorum:

Yorum Gönder