Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

22 Aralık 2011 Perşembe

Kavuşalım diye ölümsüzlüğümü ilan edeyim diyorum, ne dersin?*

12/22/2011 11:31:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment

"Emniyet kemeri hayata bağlar bebeğim
Bağladığı hayat hayat mıdır bakmaz"

epigraf yazının geri kalanın iyi olup olmaması hakkında bilgi verebilse keşke. yazı madencileri, yazma konusunda iyi olmuyor. belki de çok iyi satırlar gördükleri için hevesleri kırılıyordur kim bilir?

sadece şükretmeli bazen, filmi durdurup. belki düşünmeye mecalimiz olur. durup insanlara bakmalı, ne kadar cahil olduğunu farketmek için. daha fazla bilmekle değil, parayla değil, işini özenli yapanların eserleriyle mutlu olduğunu farketmeli. 

dilerdim zamandan seni, sonra farkettim, istenmesi gereken sen değilsin, zaman da değil. yanlış bir seçim yapmaktansa durmayı tercih etmek gerekir. en güzel fikirler, sabah hücum eder beynimize çünkü. 

hayatı karışık yaşıyorsun diye yaptığın her işi karışık yapmak zorunda değilsin. basit olanda ferahlık vardır, tebdil-i mekanda çay içilir, tebdil-i erkan'ın ise diğer erkanlardan farkı yoktur. kendini farklı gösteren, buna inanmaya başlar, film burada kopar. istemsiz olarak. 

bazı insanlara bir tane çakmak gerek. suratlarına. sopayla. beş kere. sonra durmak gerek. kırmızıda durulur.

12 Aralık 2011 Pazartesi

sincanlıydı... ve ezan okunuyordu.

12/12/2011 04:34:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

sincan'lıydı.. ve yağmur çiseliyordu..

hayat bir çam yaprağı gibi yerlere dökülüyordu. bi' dakika dedi, çamın yaprağı olmaz, diken gibi onun şeyleri dedi. sonra hayat bir çam dikeni gibi batar bi' tarafınıza dedi. yoluna devam etti. tespit bulması gerekiyordu. çok acil hem de. okuyucular vefasızlardı, onu hemen unutmaya başlamışlardı. 500t'ye bindi tespit için. hava o kadar sıcak ve otobüsün içi o kadar doluydu ki, tespit yapmak yerine hayatta kalmayı tercih etti ve iki durak sonra otobüsten indi.

haftasonuydu, çay ocağına oturdu ve etrafı sinsice izlemeye başladı. boynu tutulunca vazgeçti. daha rahat bir oturma biçimine geçerek yemişim tespitini, adam olsunlar tanıtım yazalım diye düşündü. aralara ufak espriler yerleştirse, övgü dolu mesajlar alsa. ama hepsi hayaldi, ne anlarlardı bunlar tanırımdan, genelkültürden, hiç gereksiz bir hareket olacağını düşündü ve birden kendine geldi, ama çay bardağını düşürdü. çaycı ona ters ters bakmadı, aksine müşfik hareketlerle yeni bir çay getirdi.

sincanlıydı... ve ezan okunuyordu.


11 Aralık 2011 Pazar

pardon bir dakka bakar mısınız?

12/11/2011 12:36:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

pardon, bir soru sorabilir miyim?

şu an sordunuz.

iki soru sorayım o zaman, olur mu?

iki etti efendim.

çok güldüm başıma bir şey gelir mi? 


şimdiye kadar gelmediyse daha da gelmez.

dalga mı geçiyorsun?


hayır.


dün gece saat 11 civarı, st. andrew otobanı 2. kilometredeki korulukta yalnız başınıza boza içtiğinizi söylediniz. ancak ifadenizi doğrulayan bir tanık dahi yok! şimdi tekrar soruyorum bayım, cinayet işlendiği sırada tam olarak neredeydin?


tekrar anlatıyorum sıkı dinleyin:

st. andrew otobanı 3. kilometrede sigara içiyordum. otobana girdiğimde arabanın sağ arka tekeri inmeye başladı. 3. kilometrede durdum. otostop çekmek için bekledim bir müddet, daha sonra gerideki işletmeye doğru yürümeye başladım. fakat vardığımda kimse yoktu. ben de boza içtim. arabama geri döndüm ve sigaram bitti.

kesinlikle eminim bahsettiğiniz zaman diliminde boza içiyordum, kan değerlerim ve sevgilim size bunu kanıtlamazsa arabamın inik tekerine bakın. bir de benim ellerime; sigara boşluğu olan bir elden ateşlenen sig sauer tam isabet kaydeder, garanti kurşunu çıkmaz o silahtan.
  
yüksek kaldırımda güpe gündüz, melahat'i almışsın da sonra alemdar'a gitmişsiniz, öyle mi?

siz magazin olmalısınız. neden sormuştunuz, durun kaçmayın lütfen. açıklayabilirim.

6 Aralık 2011 Salı

fırt emin

12/06/2011 10:26:00 ÖS Posted by mistrafantastic , , , 1 comment


yurttaydık. devlet imkan vermişti. sekiz kişiydik, herkes herkesin donuna kadar ne varsa bilirdi. evcilerden farklı olarak akşamları yemekten sonra üzerimize bir hüzün çökerdi. alışkın değiliz tabii, ilk senemiz, evdeki sıcak akşam yemeği ile, yüz kişiyle beraber yenen akşam yemeği bir olmuyor. sonra gelirdik odamıza, üst baş değişirdik, doğru kantine çay içerdik. sonra belletmenin bir boşluğunu yakalayıp, dışarı çıkardık. sigara içmezdim o zamanlar, ama sigara içmeye çıkanlarla çıkardım nedense.

etüt metüt derken saat olurdu on buçuk, bir daha çıkardık "dolaşmaya". geri döndüğümüzde ortaklaşa aldığımız hoparlörde beğendiğimiz şarkıları dinler, geyiğin, hüznün -artık o zamanlar ne kadar hüzünlenebiliyorsak- dibine vururduk. ben de diskman vardı, bir kaç arkadaşda da walkman filan.

teyzem bana bir kaç sanatçı önermişti, ben de ondan karışık cd yaptırmıştım. hafta içinde dinleme fırsatımız olmadı. cuma akşamları evleri yakın olanlar izin alıp gidelerdi. uzak olanlarda çarşıya çıkıp kürkçü dükkanına dönerlerdi. neyden snra bir cuma akşamı, ben açtım diskmani, hoparlörün fişi dolabın arkasındaki prize güç bela taktım. yaşar kurt deyince, dursun dedim bakalım ne varmış bunun içinde. dört beş kişiyiz içeride, kantinci defolup gitmiş, odadaki su ısıtısıyla su kaynatıp, çay sallamışız.

ses derinden gelir gibi olunca herkes durmuştu hatırlıyorum. alışık değildik böyle müziklere, her özledim dediğinde biraz daha inmişti başlarımız aşağıya. ve o gençlik günlerimizde biz çok etkilenmiştik, buz kesmişti ortam, özlemiştik lan. koskoca adamdık halbuki, yurtta okuyorduk, paramızı kendimiz harcıyorduk, hocalarımıza karşı çıkıyorduk.

ne zaman ağır bir şey yaşasak, biri okuldaki herhangi bir kızı anlatacak olsa, derdi olsa salladık çayımızı açtık bu şarkıyı, dinledik. hep aynı hüzün üzerimizde, yat yoklamasıyla hoparlörü kapatıp "onsuz yaşamaya alıştırdık kendimizi".