Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

31 Mayıs 2012 Perşembe

Edward Said'in Entelektüel'i

5/31/2012 10:06:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

Edward Said'in Entelektüel'i, sürgün, yabancı(çevresine ve insanlara), marjinal(çağına göre). Edward Said gibi sürekli gezen, çevresindekilere karşı duyarsız olmayan ve tutumlarını belli prensiplere göre almaya çalışmış bir insandan beklenen bir kitap.

Tamamı Said'in konsferanslarından ve panellerinden alınan yazılarda, oldukça farklı tanımlara göre çıkarsama yapılmış. Bunun yanında farklı coğrafyalardaki durumlara göre bu çıkarsamalar değerlendirilmiş, kitabın yazıldığı zamana göre güncel denilebilecek örneklerle tasdik edilmiş.

Said'in genel çerçevesini çizdiği enetelektüel tanımı ise şu çerçevede:

Sürgün: İnsanın doğal ortamından uzaklaşmadıkça ya da bu elinden alınmadıkça rahatlığını koruyacağını söylüyor. Entelektüel'in rahatsız olması gerektiğini ve bunun algıları açacağına inanan Said, İran devriminden sonra ülkesine dönen bir kaç aydının yaşadıklarıyla bu savını desteklemiş. Önceden İran'daki otoritenin yapyıklarına karşı iyi tutumlar sergileyen bu aydınlar, sürgünden dönünce otoritenin yaptıklarına daha göz yummaya başlamışlar.

Yabancı: Sürgün olan aydının yeni bulunduğu ortamda kendini yabancı hissetmesi ve tutumlarını buna göre oluşturması, öte yandan içinde bulunduğu ortamın otoritesini rahatlıkla sorgulayabilecek halde kalmasını sağlıyor Said'e göre.

Marjinal: Said'in marrjinal tanımı, daha ziyade sözünü çekinmeden söyleyebilen ve bunun geleneklere uygun olup olmamasını takmayan kişi çerçevesinde. Bu da entelektüel'imizin rahatsızlığı ve algılarının açık olması sayesinde yanlışları söyleyebilecek durumda olması manasına geliyor.

Entelektüel salt iyi ya da kötü değildir. Said iyi ve kötü algılarının milletten millete ve gelenekten geleneğe göre değiştiğini söylüyor. Bunun çağdan çağa dahi değişebildiğini aynı aydının faklı senelerde halktan ve otoriteden aldığı tepkileri önümüze sererek güçlendiriyor. Medyanın yönledirmesini ve otoritenin baskıcı tutumlarının da iyi ve kötü algısında değişiklik yaptığı göz önüne alınırsa Said bu noktada çok da haksız değil. O yüzden salt iyi ya da kötü olmak enelektüel'in amacı olamaz.

Said entelektüelin olayları dini veya tinsel olmayan şekilde değerlendirmesinin gerekliliğini vurguluyor. Bunun entelektüel'in bağımsızlığını ve obkeltifliğini etkileyebileceğini belirterek, önyargılardan arınarak olaylara bakılması gerektiğinden dem vuruyor. Keza milliyet konusundaki görüşleri de bunu destekler nitelikte: Sırf geldiği milleti yermemek adına gelenekte olan ya da oluşmuş yanlıştan bahsetmemek yanlıştır.

Politika entelektüelin uzak durması gereken alanlardan biridir. Halk içinden biri olan (aynı zamanda halk için yabancı, halka yabancı değil) entelektüel, halka karşı hükümetin ya da otoritenin yanında bulunmamalıdır. Entelektüel bağımlılılarından dolayı doğruyu belirtemeyecek durumda olduğunda vasfını ve geçerliliğini yitirmesi manasına gelir: O sadece iyi nutuk atabilen ve halkı yönlendiren biridir artık.

Entelektüel'in ne zaman entelektüel olduğu ya da kimin entelektüel sayılıp sayılmayacağı noktasında literatürde bulunan bir çok tanımı veren Said, kendi entelektüel tanımını kitabının başlığında da verdiği ve yukarıda da açıkladığımız tanımlar üzerine kuruyor. Çoğu yerde kendinden de örnek vermekten çekinmemiş. Bunun anlatımı güçlendirdiğini belirtmeden geçmeyelim.

Elbette tukardaki kavramların dolaylı olarak refere ettiği bir kaç kavramdan bahsetmek gerek. Bunlar entelektüelin uzmanlığı, kişiliği, yanılabilmesi ve zamanına ait insanlar olmaları gerektiğidir.

Kişi sadece kendi alanında uzmanlaşarak entelektüel olamaz. Farklı alanlardaki sorunları görmesi, aynı zamanda bunları dile getirmesi, bunların pratikte karşılığının hemen olup olmamasından önemlidir. Zira entelktüel belirttiği ya da gördüğü haksızlıkları dile getirerek bunların çözümü yolunda ilk adımı atmış sayılır. Hemen karşıklık bulması mümkün değildir, zira bu görüşler marjinal olabilir, otorite tarafından yasaklanmış olabilir, gelenekle uyuşmadığı için bir kenara atılabilir. Ama entelktüel tüm bunlara rağmen görüşünün arkasında durmaya devam etmeli ve gördüğü yanlışlık ortadan kalkıncaya kadar bunu sürdürmelidir.

Öte yandan entelektüel kendisinin yanlışlanamaz olduğuna inanmamalı, farklı görüşlere açık olmalı ve bunları değerlendirmesini bilmelidir. Her türlü bilginin güvenirliliği tartışmalıdır entelektüele göre, kendi çıkarsamaları da gözönüne aldığı postülalardan biri yanlış olduğunda yanlış olacaktır. Hatasında ısrarcı olmaması gerekir.

Entelektüel zamanın insanı olma özelliğini taşır: İçinde bulunduğu çağın sorunlarına çözümler üretir ve yeni ufuklar açar. Buradan entelektüelin kendisini takip eden çağda görüşlerinin tamamen yanlış olacağı sonucu çıkmamalıdır. Zira bulunan bir çözüm, o çözüm yanlışlanana ya da yanlış süreçlere neden oluncaya kadar kullanılır. Öte yandan entelektüelin kendisinden sonraki çağda hatırlanma gerekliliği yoktur. Zira Said'in yaptığı tanım da bunu gerektirmiyor.

Kitapta Edward Said'in kendisinden bahsettiği kısımlarda, bariz bir hayal kırıklığı ve sürgün hissini belli oluyor. Ama bunun kitabın objektifliğini etkilemediğini belirtmek gerek. Kendine verdiği referanslar konferanslarda gelebilecek soruların cevabı niteliğinde.

Kitabın beslendiği kaynaklardaki çeşitlilik, okuyucunun kitabın tek bir ağızdan veya yönden bahsetmediğini, olası tüm tanımların değerlendirmeye alındığını görmesi için.

Kitap verilen konferansların metinlerden oluştuğu için, okuyucu bölüm sonlarındaki sonuçlarla yetinmek durumunda. Kitap Said'in bahsettiği entelktüel'in üslubuyla yazılmış. Kendi fikrini empoze etmeyi değil, araştırmayı teşvik edici nitelikte bir çalışma. Nihayetinde entelektüelin fiziki ya da ölçülebilen niteliklerinden ziyade daha genel ama sınırları belli olan bir tanımla entelektüel'in bizatihi kendisini kendisine tanımasına ve duruşunu belirlemesine kolaylık sağlama amacı taşımakta. Bu aynı zamanda, kitabın yazım üslubundan ve duruluğundan dolayı, sokağa entelektüel'i tanıma fırsatı vermekte.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

0.6 ucu olan var mı?

5/30/2012 11:38:00 ÖS Posted by mistrafantastic 5 comments

babamın tez yazdığı masanın yanı başındaki sandalyede dizlerim üstünde yükselerek yazmasını incelerdim. o zamanlar bile meşhur olmayan 0.6 tombo uçları [mor renkli] ile tombo kalemini [çabuk bozulurlardı, allah affetsin] dolduruşunu, a4 ün dörtte biri boyutunda olan kağıtlardan yeni bir tanesini çekişini, annemin zamanı sekmeyen şekilde getirdiği sütlü kahveleri, sürekli kullandığı kitaplara yaptığı şeffaf kaplıkları, hemen hemen iki saatte bir düzenli olarak gözlüğünü silişini ve benden ve pencereden gelen sesslerden rahatsız olmayarak yazışını hatırlıyorum. soru sormazdım babama, o da çok nadiren bana seslenirdi bu çalışma saatlerinde.

babam o ufak kartonlardan kesip biçerek bana ve kardeşlerime at arabası sair türlü şeyler yapardı, diğer kardeşlerim onları sürekli oyanamaktan bozarken [bana o zamanlar bile babamın bir lüfuymuş gibi gelen] kitaplıktaki kendi köşeme koyardım onları. taşınırken annemin kendisinin o kadar gereksiz eşyasının yanında, benim bir poşette sakladığım ama kaybolan bu maketlerin akıbeti meçhul.

istanbuldan ev eşyamızdan daha fazla olan kitaplarımızı alıp van'a gittik daha sonra. sağı solu yıpranan kitapları tozunu alarak o beyaz kitaplığımıza yerleştirdik. artık kendime ait bir masamın olması nedeniyle kitaplıktaki o köşeden mahrum kalmıştım. annemin düzenli elişi saatlerindeki boşluğundan faydalanıp, babamın çekmecelerini binbir özenle ve dikkatle inceler, aynısını kendi masamda yapmaya çalışırdı. tabii ki babamın el oyması ahşap kalemliğini van'daki rus pazarında bulamamamın yarattığı hayal kırıklığı nedeniyel, kendime hiç yakıştıramadığım bir kalemlikle yoluma devam ettim.

akşam saatlerinde babam odasına çalışmaya çekildiğinde, televizyon izlemeyi anında kesip odama geçerdim. kitaplığımdan bir kitap çekip okumaya başlardım, babam gibi altını çizerek, ama neden ve niye olduğuna çok da dikkat etmeden. o zamanlar doğumgünlerinde hediye olarak gelen kitaplara olan sinirimi ise kendi kitaplığımın yamuk duruşunu düzeltmek için kitaplığın altına koyardım. elimde okunmamaış kitap kaldığında babamın kitaplığında bir yolculuğa çıkardım: anlamasam bile bir düzeni olduğuna inandığım bu kitaplıkta kendine özgü sırtlarıyla sürekli dikkatimi çeken kitaplar arasında. başında kendisini izlememden rahastsız olmayan babam ise [bu gezinmelerden rahatsız olsa gerek] yanıma gelip bir kaç kitabı eliyle bulmuş gibi çeker ve kitapların tanıtımı yaptıktan sonra odama çekilmemi beklerdi.

neden sonra babamın kitaplığındaki tüm kitapları okumadığını öğrenince hayal kırıklığı soslu bir duygu yaşamıştım adını koyamadığım. babam sürekli eve elinde kitaplarla gelirdi, sadece ben gelip kitapların ne ile alakalı olduklarına bakıp onları nereye koyacağıma dair direktiflerimi aldıktan sonra kitaplığa yerleştiridim onları. babam bu süreçte, a4 kağıdın altına yerleştirilmek suretiyle çizgisiz kağıda düzgün yazmamı sağlayan kağıtlardan sürekli tedarik etti bana. paragraf çizgisi ve kağıt boşluğu bile eş geçilmeden.

babamın değişmeyen el yazısı ve imzası, tombo kalemi ve karton kağıtlardan uzaklaşacağım, liseye başlacağımın ve evden uzaklaşacağımı ilk anladığım an, babamın ahşap kutularından birinden eski çakmaklarından birini ve bir kalemini aşırmıştım.

liseye gitmek için van'dan ayrılacaktım. bir önceki gün babam beni de yanına alıp kırtasiyecisine [her meslek erbabından mutlaka tuttuğu biri vardı.] götürdü. bir adet 0.6 tombo kaelm, bir kutu uç ve kendisininde kullandığı kalemlerden aldı bana. rus pazarından da el oyması güzel ahşap bir kalemlik aldı. sonra o kalemliğin yurttak işlevsizliği üzerine tüm aile bireylerinin oy çokluğuyla karar veriliğ, ilerde bir masam olduğunda almam kaidesiyle meçhul bir yere kaldırıldı.

evde sürekli olarak gerçekleştirdiğim rutinlerden biriydi, anlamsız bir şekilde yazmak. liseye gittiğim ilk gün etüd odası denilen yerde kaleme ucu yerleştirip, kağıdı önüme çektim. belki de hayatımda ilk defa önümde uzanan o kağıda hiç bir şey yazamadım.

eşyalı kiralanan odalar *

5/30/2012 12:24:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic 1 comment


gerçeği, yanlızca gerçeği söylemeyeceğime dair yemin ediyorum.

sorun acının yaşamı nasıl daralttığını anlamaktır. ölüler bu yüzden naziktir ve yarenlik edebilirler. ayrıca ölmüş olmak yaşamın gerçekle bağıntısı bakımından neredeyse bir avantaj oluşturur.

bir insan bulutları neden sever anlamadım bir türlü. aslında o neredeyse bir harabe, ama içinde hâlâ göktaşlarının yoğunluğuna ve onun geldiği toprağın gücüne dair sesler var. açıyı biraz değiştirirsek, yaşamın kendisi demek olan adaletsizliğin kefareti. o sonsuz değil, ona bağlı olan hiç bir şey de sonsuz değil aslında. dünyada üretilen, sonsuza dek sürecek hiç bir şeyin olmaması sonsuzdur. heved.

sesi içimde kapalı bi' şarteli kaldırdı. bunu ona anlatsam anlayamaz, karşıtlar birdir, doğru ve yanlış hariç. ölümlü kendisini ötekinin figürüne yansıtarak kendisinin bilincine varır. insan, bir şey olmadan önce bir sorundur. söz konusu sevgi ise keşfedilebilecek tek şey çıktığımız kıyı, geldiğimiz kıyının aynı olması durumudur. tanımlar bitti.

yeniden doğuşlarımıza bir sınır koymamız gerek. her yeni kişiyle yeni birisi olmuyoruz.yapmamız gereken bunların yinelenmesinden sıtkımız sıyrılmadan, yakayı, paçayı - artık elimizde ne kaldıysa - kurtarmak. nihayette, kendimizin bir daha doğmayacacağımıza emin olmamız gerek.

"ona uygun kara kaplı bir kitap bakıyorum." soruyu tamamen görmezden gelen shopenhauvervari kahraman bana şöyle demişti: "neden insanlar, sanki özgürleri söz konusuymuş gibi kölelikleri için savaşırlar? çağınız, sistematik olarak uğranan hayalkırıklarınıza dair bir başyapıt. mutluluk kişisel bir sorun olmaktan çıktı. her şeyi kenara bırakıp, insanlar aynı hatalara düşmesinler diye kütüphanelerinizi yakmanız gerek. parıltılı ama eğreti bir başlangıç yapabilirsiniz belki." kitabı bulup bana verdi, tam bir yalnızlık içinde geçen yaşamından sonra alkışlar tezahüratlar içinde öldü.

20 Mayıs 2012 Pazar

pazar mesaisi

5/20/2012 04:39:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

bir alıntı:

"çağın gürültüsünden Allah'a sığınırım."
- cengizhan konuş.

bir görsel:

dream noise, dholl, deviantart.

bir blog:

blaog.org: http://blaog.org/
bir şiir:

Öldüğüm gün taşınırken tabutum
Acı duyacağımı sanma bu dünyanın ardından.
Ağlayarak, yazık oldu, diye konuşma
Yok oluyorlar mı batınca güneş ve ay
Ölüm sandığın şey aslında doğuştur
Zindan gibi görünür mezar
Oysa ruh, özgürlüğe kavuşur
Hangi tohum büyümez ekilince toprağa
İnsan tohumundan şüphen mi var yoksa?

meşa selimoviç.





bir şarkı: U N K L E ft Moby - God Moving Over The Face Of The Waters


18 Mayıs 2012 Cuma

meşru kurgular

5/18/2012 12:09:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments

"özleyerek çok vakit kaybediyoruz, kavuşmamız lazım."

iyi ya da kötü diye bir şey yoktur. güç vardır. elde edilir. aynı zamanda iyilik ve kötülük birbiri ile çelişmez. düalite bütünü anlama yollarından biridir.

kendine hiç varolmamış gibi davranabilir misin? her erkek, hayatının belli bir döneminde baba katili olmayı meşrulaştırır. japon ritmiyle kurdeşen döktürmek gerek.

daire dört köşesi olmadığı için bir dairedir. onu kareye dönüştürebilirsin. ama daire kendiliğini yitirir. o yüzden kendini değiştirmeye çalışmadan önce iki kere düşün. kendin kendi koyduğun kurallara tabii değilsindir. onlar dışardakilerin "sen"inle alakalı "şey"lerde uyması gereken kurallardır. başkasının manastırına kendi kurallarınızla giremezsiniz.

bazı insanlar var hayatımda, bir türlü atamadığım kalemler gibi. bilinçaltının ahırlarını temizlemek gerek. o kadar çok hayvan var ki içerde, o kadar çok lüzumsuz düşünce ve ekstra. yalnızca düşünülebilir olanın gerçekliği yoktur. o yüzden temizleyip gitmek gerek. her şey bir yana, hayal görmeyi bırakalım, asla gözümüzün gördüğünün ötesini göremeyiz.

sadece bir tavır olarak emin gözüküyoruz. o yüzden yazınsal hümanizmden muzdaribiz. hümanizm bizi öldürüyor, hastayı kaybediyoruz bebeğim.

8 Mayıs 2012 Salı

çay kaşığı gümüş eğrisi bir ölüm alameti gibi çarpık yansıması

5/08/2012 11:26:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment

murat abi buradaydı.

kafiyeden uzaklara kaçtım
yetmedi cümleleri devirmedim
yalan yok
herşeye izin verilmiş.

kenara çiziktirirsin bazen
yarım kalır
her şeye rağmen her şey için
akşam olduğunda eve dönmelerim
dizlerimde çim izleri.

karşının insanıyım ben
üstüme düşmeyin bu kadar
birer birer gelin
rollerinizi paylaştırırım ben
akınızı karanızı ayırıp.

beş adam görüyorum
eli alnında
yüzü yerde
gözlerini kapatmış
ayaklarını izliyor
üzerinde iki paçavra.

- kalemi kırıp okula gittim bugün.