Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

11 Nisan 2012 Çarşamba

"yazdığım senaryolar anlatsın seni."

4/11/2012 02:59:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment
delilik alameti diyorlar. susuyorum. korktuğumdan değil, gripin ağrılarımı geçiriyor çünkü. trenleri seviyorum, onlar beni okula götürüyor. annemin dizlerinde sallanmadığımdan beri kötü rüyalar görüyorum.
sormayın bana diyorum, ben senaryo yazmıyorum. her şeyin daha iyi olduğu bir yere gitmek istiyorum. en iyi olduğu yere değil. her şeyin biraz daha iyi olmasına ihtiyacım var sadece. annelerin babaların değil, eriklerin martta olgunlaşması gibi. çocukların öğretmelerini biraz sevdikleri ve ders sürelerinin yarım saati aşmadığı.

okulu bırakıp yurtdışına kaçasım var. bu plan da tutmazsa tüm ansiklopedileri yakıp güneşe çıkmak istiyorum. bilgi olmadığı zaman daha mutlu insanlar, farkında değiller. bugün çarşamba. pencereden görünenler ilgimi çekmiyor. kör testerler var. ağaları kesiyorlarlar. onlardan kağıt oluyor, senaryo yazılıyor, o senaryolar seni anlatamıyor. kağıtları yakınca ağaçları da yakmış sayılıyoruz, senaryolar film karelerine hapsoluyorlar. 

kafamı yere eğiyorum sanki altımdaki levhaların hareket edişini görebilecekmişim gibi. her şey birbiri üzerine biniyor, dağlar oluşuyor.  öğrenciliğim uzun süren bir hastalık. geçmiyor. duruyorum. dünyam benim dışımdan dönüyor, sürekli bir tutamak arıyorum. bulamayınca düşüyorum. kendim kendimi farkediyorum, babamı hatırlıyorum.

diyorum ki babama, "oğul olmak nasıl bir duygu?", "baba olduğunda anlarsın" diyor ve telefon kesiliyor. hayallerde bile kapsama alanı var. yüz yüze gelmediğimiz için şanslıyız. yoksa nice olurdu halim? babalar ve rencide ruhlar.

kussam rahatlayacağım.

6 Nisan 2012 Cuma

kendi içine düşenler ansiklopedisi.

4/06/2012 11:58:00 ÖS Posted by mistrafantastic 2 comments
bir kitaba roman demeniz sadece sizi bağlar. onun nasıl okunacağına siz karar vermezsiniz. belki bazı türlere yakın olabilir, ama o türün tüm özelliklerini taşımaz. bu "selman bayer kitabı"nın en güzel özelliklerinden biri. nasıl okuyacağınıza göre değişiyor çehresi.

öncelikle Hayâli çok güzel anlatmış, nerede duracağını güzelce seçmiş ve tüm manzarayı önümüze koymuş. tüm susuzluklarından, yüm beklentilerden, tüm boşa çıkan umutlardan ve kendi içindeki tüm kavgalardan bahsetmiş. öyle de olmalı, ne kadar severseniz sevin tüm hayatınız bir kişi olmaz, hele bu çağda.

açılış sahneleri ve kapanış sahneleri hiç tutmaz zaten, babalar oğullarına eziyet edeler ve geceleri uyumamak gösterebileceğiniz ilk başkaldırı olur, sonra sessiz sakin içten büyür içinizdekiler. bir noktada patlarsınız, hemen ardından bir şüpheye düşersiniz, sonra devam edersiniz. daha ilk kendi başınıza yaptığınız işte geri dönmek olmaz diye. sonra kendi kendinizi yıpratmamak için yaptıklarınız, dönemeyişleriniz sizi yıpratır.

sonra selman abi, sessizlikten bahsetmiş. susmanın güzelliğinden. insan düşünmemek bile istiyor ya, ondan da bahsetmiş. irili ufaklı aldığımız bir sürü karardan, bunların durumundan, hayatı kaçırmaktan ve korkusundan, değişim korkusundan bahsetmiş. bir tırtılken gördüğü dünyayı, peteğe girip çıktıktan sonra uçamayı bilen genç bir arı ne kadar dünyayı tanıyorsa o kadar tanırmışız hayatı, belli bir dönemimizde. sonra uçmaya alıştıkça bulaşırmış işler tepemize: çalışmak, sorumluluk, insanlar, -mış gibi yapmalar ve daha nicesi. buz dağının görünmeyen kısmında hep iyi cevaplar saklarmışız biz.

bir kapıyı kapattığınızda arkasındaki her şeyi, gittiğinizde de geride kalan mahallenin hepsini geride bırakırsınız ya, ondan herkes çocukluğuna dönmek ister. orada kalan iyi şeyler için. iyiden çok kötüler vardır: bize tutamaklıktan çok ayakbağı olan insanları geride bırakıp her şeye yeniden başlamaya yorgundur insan. ondan dönemeyiz, gidemeyiz hemen karar alıp.

her apartman dairesi gibi, her kitabında yönü vardır. bu kitap müstakil bir ev ama sanki kuzeyinin önü yola baktığı için daha çok kullanılmış. sıcak yanları da eksik edilmemiş.

selman abi, ilk romanında kendi önünü açmış aslında. hesaplarının kapatabildiğini kapatmış, kapatamadığıyla da kendi hesaplaşacak anlaşılan. istediği kadar otobiyografik olsun, tüm kitabın tefsiri bana kalırsa "asr'a and olsun ki insan hüsrandadır."

ki aslında içinde emirsultan camii geçen bir kitap bu. mahalleden, ailede geri planda kalmış insanlardan, öğretmenlerden, babalardan, pederzedelerden, oğulzedelerden, mesneviden bahis açan, açtığı bahsi kapatan. kitap kahramanı olmayı, kendi hayatının başrolüne tercih etmemiş bir insanın hikayesi.

okumak güzel bir emirdir. uymak gerek. ben üç kere uydum bu kitap için. allah kabul etsin.

5 Nisan 2012 Perşembe

b.f.b.g.f.s.b.s.h.d.d.

4/05/2012 12:18:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic 1 comment


bir felaketten bahseder gibi fısıldayarak söylediğim "ben" in sen hakkındaki düşüncelerine dair;

köprüden şarampole yuvalanmak gibi suyla temasın temizlenmekten başka manalara geldiği, sakin ve usulca bana sokulan binlerce su damlasının son nefesimi dahi almaya vakit bulamadan vücudumun her tarafını yıkarken kulağımın içindeki ıslık sesi kadar yorgun. hiçbir şeye vakit bulamadan ilerlemek; en ufak hareketimde dibe batacağımı rahat olduğumda yüzeye çıkıp ciğerlerini yakan havayı soluyarak şükretmek gibi. bulutsuz.

daha iyisini istemiyorum. daha uzun cümleler kuruyorum. ben, keyfim, kahyası, dahi anlamına gelip ayrı yazılmayan de'ler ve dâhi ahali bendeki bu hâli nicedir merak etmekteler.

meraka mahal olmadığını ve halimizden memnun olduğumuzu ne kadar anlatmaya çalışsak da getirip iki tane kocaman gözü gözlerimin hizasına koydular. hafakanlar bastı, harfler uçuştu, banliyöler vaktinde geldi, belediyeler çalıştı ve karnımın üzerindeki aslan hareketlendi sonra.

subwooferlarıyla mutlu olan zenci kardeşler gibi, misketlerini sayan çocuk gibi, camiye giden dedem gibi, kahvaltıda gizlice önüme balı koyan ananem gibi, kitap okuduğumu okuduğu kitabın arkasında milisaniyeler süresince görüp belli belirsiz gülümseyen babam gibi sessiz bir mutluluk benimkisi. müzik sadece arkaplan sesi, odaklanmama yarıyor. zaten ben zeki görünen adamdan bekleneceği gibi yapmayıp, kendimden değil senden bahsediyorum. zeki olup olmamam konu sışı, keza seninki de. şu gökyüzü altında kandırılan binlerce kişinin birbirlerine söyledikleri yalanları söylemeyeceğim sana.


hani şu beş karış, dört kilo balla yenmeyecek hale gelen suratlarıyla git konuş abi diyenlere aldanmadan daha çok şeyi söylemek istiyorum senin hakkında. ama sessiz harflerimin çoğu bana kalsın, anneler çocuklarının üstünü örtsün, babalar ilk erkek çocuklarını anlasın ve ben sana bir şey söylemeden aklımdan geçenleri oku da ben bu yazıyı yazmayayım, bir şiiri güzel yazayım yada bir son gibi duygulardan arınmış sen anlatayım.

mevladan leylaya geleyim, tekrar mevlaya döneyim ve bu döngü sürsün istiyorum. yoksa her okuduğum kitaptan yüzümü kaldırdığımda bu yazıyı yazarken düşünmezdim kendimi.

2 Nisan 2012 Pazartesi

doğaçlama iç döküntüsü #2

4/02/2012 04:28:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment
 

"bir başarı hikayesi olarak ben" dediğime dair;

varsın egoist desinler demiyorum. demeyin. ben buralara gelinceye kadar neler çektim siz biliyor musnuz? benim yaşadıklarımı kim yaşadı?

siz ışığı ilk gördüğünüde kıçınıza şaplak yiyerek atıldınız bu dünyaya, ben ise bir tüpün içinde nefes almaya çalıştım, sizin çıplak ayaklarla koştuğunuz sokaklarda ben tabanlarım sızlayarak yürüdüm, sizin mahalle maçlarında kafa attığınız toplara ancak gözlüğümün arkasından baktım, akşam ezanından sonra fink atarken siz, ben evde kıçımı eskitmekle meşguldum.siz her elini tuttuğunuz, gözlerine hasbelkader denk geldiniz kıza aşık olup, sabahlara kadar uyuyamazken ben bir diş ameliyatı korkusuyla, diş perisini dahi rüyalarımdan kovuyordum.

gözlüklerimin arkasından baktığım dünyaya dair;

herkes çok konuşuyor, çok seviyor, çok özlüyor, çok yaşıyor, çok ölüyor, çok çalışıyor, çok isyan ediyor, çok boyun eğiyor, çok aşık oluyor, çok geziyor.

gözlüklerim kirli olduğunda daha çekilebilir oluyor dünya. en azından göremediğim iğrençlikleri önceden gördüğüm güzel şeylerle değiştiriyorum. bir dilenciyi bir bebekle, bir saati bir kitapla değiştiriyorum ve hızla uzaklaşıyorum oradan. herkes kirli gözkyüzünün arkadasında göremediği yıldızlar olduğuna inanır ve güzel düşüncelerin çoğu bize çocukluğumuzdan kalmadır.

zaten gözlüklerin önünden bakılmaz. acısından önünü görebilen kimse yok, körlemesine dünya.