Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

22 Aralık 2010 Çarşamba

sosyal mecralarda başarının sırları

12/22/2010 04:50:00 ÖS Posted by mistrafantastic 2 comments

yazıyı ihl sözlük üzerinden okumak isteyenler için: (sosyal mecralarda başarının sırları)

öncelikle sosyal mecradan kast edilen, twitter, friendfeed, blog, sözlük gibi ortamlar. ya manyak mısın, bir de bunlarla mı uğraşacağım ben, zaten kendim çok cool bir insanım, internete de boş vaktimde takılıyorum diyenler için yazının devamı oldukça gereksiz.

kullanmıyorsanız bile google chrome kurun. hız için önemli.

öncelikle, yer imlerinizi güzelleştirmeniz gerek. burası sizin yönetim paneliniz, gündem takip aracınız, tabir-i caizse gücünüzün kaynağı.

başlangıç için önerdiklerim: ekşi sözlük, twitter, bloxxo, hafif.org, milliyet.com, hürriyet.com, (opsiyonel) bir tane adam gibi haber sitesi, deviantart, tumblr, beş-altı yazarın yazdığı bir blog, vikipedi, fizy,youtube, vimeo. yer imleri şimdilik bu kadar. ama siz klasörler halinde bunları düzenleyin.

***********

öncelikli olarak size bir sözlük hesabı alıyoruz. düzgün bir nick seçimi önemli. sözlük formatı filan bilmeniz önemli değil. eğer başarı istiyorsanız, biraz okumanız gerek, sözlük formatını öğrenirsiniz. şimdi ekşi sözlükü açıyoruz. az da olsa entelektüel bir çizgi yakalamak istiyoruz; immanuel tolstoyevski, aethewulf(doğru mu yazdım bilemedim), drkosmos ve bunların refere ettiği yazarların en beğenilenlerini ve başucu eserlerini okuyoruz. şimdi az çok çizgimiz ve yazım şeklimiz hakkımızda bir fikir sahibi olduk. burada önemli nokta bu yazarların hayat görüşünü paylaşmak değil, yazım şekillerini, üsluplarını gözlemek. sözlüklere takılmanın en önemli avantajı, altı çizilecek noktaların zaten birileri tarafından çizilip sizin önünüze gelmesidir. trendlerden haberden olmak, popüler olandan tiksinmek, ideolojinin vardığı noktalardan haberden olmak için sözlük okuması iyi bir başlangıçtır.

***********

yazım konuları için; şairleri ve aydınları takip edin, ikinci el kitapçılarda takılın. bu sayede maliyeti fazla yukarı çekmemiş olursunuz. ayda ya da iki ayda bir sinemaya gitmeye gayret edin. sevdiğiniz insanları/takip ettiğiniz yazarları koruyun ve onları yakından tanıyın. (reel hayattakileri kastediyorum.) karmayı takmayın. bilmediğiniz ya da az bildiğiniz konularda yazmayın.

şimdi şu entryi de okuyoruz ve sözlük ortamında tanınan bir insan haline geliyoruz: [link] başlığa takılmayın.

***********

sıradaki hamlemiz twitter. öncelikle, sözlükte kullandığınız nicki seçerseniz follower sayınız açısından faideli olacaktır. öncelikle buradaki başarı için nebuch nickli ekşi sözlük yazarının yönergelerini takip etmeniz taraftarıyım. burada yer imlernizin önemi gün yüzüne çıkmaya başlıyor. sevdiğiniz bloglardan, takip ettiğiniz sitelerden alıntılar yapın, link paylaşın. üst seviye ve uzun yazıları okumaya gayret edin. twitter avatrınız için, sevdiğiniz bir filmdeki aktörün/aktrisin karakelem ya da siyah beyaz olan, ama fazla kullanılmayan bir kaç resmini bulun, bunları değişmeli kullanın. çok fazla resim değiştirmeyin. bio kısmına, alakasız ama espri içeren bir yazı yazın. siyasete dozunda yer verin. buraya fazla takılıp, sözlük ve blogu ihmal etmeyin.

***********

şimdi sıra geldi genel okumalara ve kültür-sanat faaliyeti açısından ne yapacağınıza. öncelikle kült filmleri ve yapımları ne kadar eski olursa olsun izleyin, ekşi sözlükten başlıklarını takip edin. yabancı ya da türk farketmez, çok tanınmayan ama kaliteli olan gruplar var. bunları dinleyin. ekşi sözlükten refere ettiğim isimlerin yazıları sizlere bu konuda bir kaç fikir sunacaktır. başlangıç olarak one flew over cuckoo's nest, yüzüklerin efendisi serisi, fight club, üç renk üçlemesi, dabid lynch ve taratino filmlerini, preisnier'in albümlerini tavsiye ediyorum. bu arada internette kendini belli eden kaliteli bloglar var, buraları da okumalarınıza dahil edin, film tavsiyelerini dikkate alın.

***********

şimdi sıra geldi blog meselesine. öncelikle tavsiyem blogger kullanmanız yönünde. bunun için halihazırda bir gmail hesabınız yoksa alın. sonra btemplates.com dan güzel bir tema seçip yükleyin. daha sonra twitter aracı ekleyin bu bloga. tercihen sağ panele kült isimlerin resimlerini ekleyin. takip ettiğiniz blogları gösteren bir araç da faydalı olacaktır. daha sözlükten yazılarınızın bir kısmını buraya aktarın. tanınan bloggerların yazım stillerine dikkat edin. film, müzik, blog, kitap tavsiye edin. bunların halihazırda meşgul olduğunuz şeyler olmasına gerek yok, önceden okuduğunuz kitaplar ya da izlediğiniz filmler olabilir. ekşi sözlükten film hakkındaki yorumlara bakın, deviantarttan güzel bir resim koyun blogunuza. ortalamanın üstündeki blogları izleyin. onların da bir kısmı sizi izlemeye başlayacaktır. burada önemli olan nokta, her blogta yayınlanan yazıları okumanız gerekmediği. sadece denk geldiğinizde okuyun, sadece takip ettiğiniz gözüksün. twitter adresinizde blogunuzda yazdığınız yazıların linklerini paylaşın. blogunuzun adresini web sitesi kısmına ekleyin twitterda. blogunuz sizin vitrininiz unutmayın.

***********

belki de en önemli nokta, bunların sizin hayatınızda ne kadar yer kaplayacağına sizin karar vermeniz. çünkü ne kadar emek verirseniz o kadar başarılı olursunuz ve tanınırsınız. internete ayıracağınız zamanın sosyal hayatınıza ayıracağınız zamandan yediğini unutmayın. ama halihazırda zaten yalnız bir insansanız bunların çok da bir önemi yok. bu yazıda söylenenler sadece bir öneridir, unutmayın. internet ve sosyal hayatı dengede tuttuğunuz zaman bu yazıda anlatılanların sizin kişisel gelişiminize bir katkı sağlayacağına inanıyorum.

sağlıcakla kalın. 

17 Aralık 2010 Cuma

kanserli hücre

12/17/2010 01:07:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
ebuzer'in ölüm anını
içten ve büyük bir depremle beklediğimi 
bilmeyenler, bilenlere anlatsın.


evet, bekliyordum; 
ama sallanan ruhu çamurdan evine 
günlerce tutundu 
-haftalarca ve usandırıcı aylar boyunca- 
kimileri hayat da der.


evet, bekliyordum; 
yangın dönemiydi,  
onu suyla inkar etmezseniz. 


evet, bekliyordum; 
ta ki acı duyan 
çelikten sinirlerim 
zihnimi ele geçirene kadar;
yaşamının aktığı koridorlarda.


evet, bekliyordum; 
gölgelerin yerine ulanan bedenler gibi 
günlere ve saatlere ve acı anlara 
bir şeytanın kalbiyle lanet okuyana dek.


- aziz dostuma: inna lillah ve inna ileyhi raciun.

16 Aralık 2010 Perşembe

olur öyle/ölür öyle.

12/16/2010 12:13:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
olur öyle,
kedimin çatlak duvarlı yalnızlıkları
kolumdan sızan çamurlu sular
ortalık yerde cam yansıması gibi
belediyenin unuttuğu sokakta insan birikintileri.

yalpalayan gelecek
artık, ve ya, yada, sana,
borsadaki kağıtların yerine
her boşluğu kullanılmış müsveddeler
ifadesiz duruş
yumruk atılası bir naiflik
ayıkken hep çok sahici olan
cinayet, cinnet, cehennet...

insanların ekildiği tarlayı çevreleyen
dikenli teller,
kanayan eller ve tuz
tanrım yoksa sayılmıyor mu benim hayatım
diken üstünde saatli bir bomba?

çok bilinenin mutsuzluğunda
hepsi bir ya sonunda,
kim bilir güzel bir gün
ölür öyle.

15 Aralık 2010 Çarşamba

tanrısal bir sessizlik

12/15/2010 01:05:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
şimdi bana 60 saniye ve yukarıya açılmış eller gerek.

upuzun bir nota sonuna kadar gitmektir. sonuna kadar gitmek geride bir şeyler bırakmayı göze almaktır. göze almak katlanabileceğini sanmaktır. sanmak yanılma ihtimalini unutmaktır. unutmak güzel bir hayaldir. hayaller gerçeklerin yansımasıdır. yansıma kabullenmekte zorlanmaktır. zorlanmak içinden bir şeyleri kopartır. koparmak çekip almaktır. almak sahiplik iddiasıdır. sahiplik sadece uzun süren kira dönemidir. dönem sabit bir çizgidir. her çizgi binlerce noktadan oluşur. her nokta bir "es"tir. her "es" upuzun bir notanın ardından gelir.

insan hayatı upuzun bir bir notadır. ölüm sondaki estir. böylece çevrim tamamlanır.

p.s: bu yazı selman bayer'e ithaf edilmiştir.

14 Aralık 2010 Salı

Aslyum

12/14/2010 12:53:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
 hayatı evlerinin pencerelerinden, güven içinde seyredenlerin kendini özgür zannettikleri bir dünya. gerçek özgürler dışarıdakiler, ama onlar da içeri girmek istiyorlar. ama hayır, araf filan yok. ya içersindesin bu çevrimin, ya da dışında olacaksın.

zorunlu hümanizmden muzdarip insanlar var. içlerindeki kini tutup ışıl ışıl gülümsüyorlar kameralara. işleyen çarklara dahil olmak istiyorlar, çarka dahil olmanın onları öğüteceğinin farkında olmadan. çünkü çarka sonradan dahil olunmaz, ya en başından sistemin bir parçasısındır, ya da değilsindir bu kadar basit. o yüzden kolaya kaçıp kendini bir yere yamayacağına, bir şeyler yap.

besleme noktaları belli değil hayatın. bir bebek emekleyerek tutunmak istiyor hayata, bir başkası her şeyini maça as'sına bağlamış. kimi zaman sızıntı vardır, bulana kadar çatlarsın, bulduğunda senin onarabileceğinden daha büyük olur.

bense camın arkasından haykıran insanlar görüyorum, imdat çığlıklarını duyuyorum, dehşetle açılan gözlerin bana çevrilmesinden hoşlanıyorum. ben yangını izlemeyi seviyorum. odunların çatırdamasını, camların buğulanmasını, siyah bir dumanın yükselmesini, en sonunda camların patlamasını...


Disturbed - Stupify

12 Aralık 2010 Pazar

En Bi' Güzel Bloglar

12/12/2010 05:46:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

ilk defa adam gibi bir blog yazısı yazmaya çalışacağım. hani şu direk karşıdakine hitap edenlerden. takip ettiğim, okuduğum bloglardan bazılarını buraya aktarayım da millet faydalansın, hem de hayır(bkz: internette hayır işlemek) yapmış olalım babından.





kelime deposu: blogun sahibi olan şahs-ı muhteremi tanıyorum, kafasına göre takılan biri. blogu da biraz öyle. ilginç metinler ve videolar koymuş sağdan soldan. tek eksiği wordpress olması. 

muntazam klavye delikanlısı - melogaman: twitterdaki melogaman'ın blogu. güzel film tavsiyeleri ve anektodlar mevcut. bir de kısa filmi var: http://www.vimeo.com/5020181

onur umuttan müstehzi münzevi : kendi kaleminden güzel yazılar şiirler alıntılar ve dahi müzikler bulabileceğiniz, the smiths fon müziğine sahip blog. twitter adresi için: onur umut

litost : turgay bakırtaş ve ali hakan kaya'dan denemeler ve gündeme ilişkin güzel yazılar. sayfa tasarımı özellikle güzel.

ubormetenga.org: üyelik sistemiyle gelen yazarların yazılarının denetimden geçirilip eklendiği ve kalbur üstü yazıların bulunduğu bir site. deneme-öykü okumak için birebir.

nebuch.tumblr.com: ekşi sözlük yazarı da olan nebuch'un video blog adresi. biraz daha sık güncellese dadından yinmez hattı zatında.

mülteci'den göçmen bürosu: mehmet mültecinin çok sık yazmadığı yazılarının birkaçını koyduğu site. vardır bu adamın yastık altında bir sürü yazısı ama ortaya çıkarmıyor nedense.

herbokubilenadam : sevei de sevmeyeni de çok. ama bence iyidir, güzeldir.

hafif.org : artık efsane oldu burası da. tüm yazılar sekmesinde de güzel yazılar mevcut. ön sayfa yazıları bir süre sonra kabak tadı vermeye başlıyor.

deprofundis : harika şiirler ve araya serpiştirilmiş güzel hikayelerin bulunduğu blog. güncelleme hızı da oldukça tatminkar olunca tadından yenmiyor haliyle.

orta dünya sakini : burası için çok konuşmaya gerek yok. takip edilmesine...

bu listeye özellikle eklemediğim bir çok site var. kimini çok bilindiğinden, kimini ise en son güncellenme tarihinden dolayı eklemedim. bir ikincisi gelecektir mutlaka şimdlik bu kadarı yeter diye düşünüyorum.

(c) bu yazının hakları saklı değildir. sağdasolda bir paragrafından fazlası araklanabilir. link verilerek kullanılırsa daha bi'güzel olur, hayat bayram olur. bir de video koyalım:

27 Kasım 2010 Cumartesi

11/27/2010 12:16:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments


ne öğrendik bu yalnızlıktan:
i̇nsan gece tek başınaysa
iki paket sigara almalıdır.

son düzlükte kaybedilen onca dost
boğaza duran ayva
yüreğim elimde
son sürat gelen yağmur
kelimelerin çekirge sürüsü gibi
toplanışını seviyorum ben. çünkü,
"galiba birazdan bişi olacak" tır bu.

en geç iv. murat'tan beri devleti aliyye
insanların toplanmasından korkuyor.
bunun için hala kahvelerden
belirli günlerde taksimden
sivil polis eksik olmaz.
bizi fişlerken kdv de ekliyorlar mıdır acaba?

yürekler adımların sorumluluğu altında ezilir
inanç yalnızca "bir" anlama sahiptir
yeşil gözlü bir sevgilim oldu
elini bir defa tuttum
karşılıksız sevebiliyordum o zamanlar
ama az bulunan bir sevgi çeşidiymiş bu
o yüzden karaborsada satmış beni
beş paraya, hem de kdvsiz!

sol elimle de yazabilseydim bu satırları
çok da uzak olmayan yakın bir geçmişte
klorlu suya demlenen çay gibi
o çayın tadını getiremeyen iki şeker gibi
beni de atacaktınız bir kenara
o fişleri ben de gördüm:
"jale, bak bu jandarma."

zuhur eden şarapnellerden nasibini aldı
aklım, dönen dünya
geç kalmış adalet kadar yolu yarıladı
arkama yaslanıp
güneşin yeniden doğuşunu izlemek istiyorum.

kadrajlardan akan bulutlar
gömleğimden içeri giren rüzgar
kadranlardan geçen gençliğim
bir daha o anda yaşayamayacak olmanın eylemi
katran kadar akışkan
darda olan sırlarımıza yetişmekte.

tek bir söz arıyorum, ama iyi bir söz
işte gider gibi oluyorsun sahili yıkan yağmurun altında birden
askerlerin katıksız bir itaat ile ördüğü bir duvara doğru
üzerinde toprak rengi bir mont ve kısacık kesilmiş saçın
her şeyin savaştan içre.
beklemekten ziyade eylemden öte
gökyüzünü kaplayan masmavi, yeri
mekanik insanlarla doluşmuş bir beldeye, sürekli
sürekli bir koro gibi vücudun, her ayağını yere basışında titreyen matem gibi
hicret ediyorsun.
beni de alsana. 

narkotik özünde yolculuk nedenidir

11/27/2010 12:13:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments


fakat nereye atsam adımlarımı kalabalık
çok fazla bir şey beklemez sakladığım uykularım
aldığım her dost yaşlı ve narin
aldığım nefes biraz toz duman ve kirli
sesimi çıkarsam anlamaz tavırlar
yorgun ve ölgün, anlamaktan uzak
muğlak bir sessiz uzaklardan
katlanmak bir yana senle olmaz

kırılsa bacaklarım sana koşarken

ölgün bakışlar, ölgün yolculuklar
gittiysem senden bunlar bana müstehak
daha fazlası kimsesiz bir ela göz
anlatmaktan yorulan nasırlar
ondan uzaklaştıkça artan merkezkaç kuvveti
uykum geldikçe gözlerime bakarım

siperin arkasında bir mermi sesi

saçlarından inen yaş benim paydam
hadi ağla da çay koyayım
konuştuktan sonra kendini dinleyen
ufuğu kaplayan bu bulutun maviliği
yeni doğan bir ruhun çığlığı
gerginlik biraz da arta kalan

bu narkotik özünde yolculuk nedenidir. 

8 Kasım 2010 Pazartesi

moda sahilini yutan dev dalga

11/08/2010 10:31:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

- abim be ya, yanındaki güzel için be güzel abim, asker çocuğum var, bi’ gül al ablama…

seninle göz göze gelmek hiç hoş değil çiçekçi çingene, zaten sana roman denmesini de anlamıyorum. benim bildiğim roman yazın türüdür, insana benzemez, çünkü bazı şeyler sadece moda sahilinde olur. bazı insanlar sevdikleri şarkıyı duyarlar ya, benim öyle bir kulağım olmadı hiç, kendime göre çalan. nereden koparıldığı belli olmayan gülleri severim, çorabımdaki deliğin ne zaman dikildiğini bile bilmiyorum.

-iyi tamam ver bi’ tane, en dikenlisinden…

kızlar vardı sevdiğim, gözleri normaldi, sanki yumruğu patlatsan moraracak gibi. annem hiçbirini ayırmadan kıskanırdı, ben beyaz tavşanın ardından koşarak evden çıkarken. tek istediğim görkemli bir zaferdi, vardığım self-servis geçit törenlerinden zevk alamadım. kimse beni suçlayamaz yan flüte inandığım için. üstü yeni cesetlerle örtülmeden kızı sahilden çıkarmalıyım, o da “ya vebaya son ya da sen de burada öleceksin!” demeli. bazı insanların arağnamesi pek güzeldir.

-hava bozmaya başladı, kalkalım…

bir görünüp bir silinen gölgeler vardı, oysa elektrik faturasını ödemişti belediye. üsküdar’ın istanbul’un hangi cânibine düştüğü hala (a’ların üzeri çizgili, kalp ameliyatı olan halamdan bahsetmiyorum) çok iyi bilinir, altı şişhane üstü tophane ruhların üzerine barış güvercinleri salınacak çıkmaz ayın son cumartesinde. hayır, ruhları göremiyorum. eser miktar çiğköfte baharatıyla sevdiğim kızın parmaklarını yiyeceğim bu akşam, her erkek annesini aramıyor milyonlarca kadın arasında, freud arkasını sıksın türkçe öğrensin.

-kocaman gözlerin var biliyor musun?

kültürümüzün kilit kişileri artık bir zahmet kapıları açmalı, devlet şeref madalyası verilenler yanımdaki i̇stanbulluya şarkı yapmalı, dedeme bunu datalarla ve cd-romla anlatmalı, gerekirse format çekilmeli, o da olmadı servise gönderilmeli. takvimlerdeki özlü sözleri fante yazacak bu sene. boğaz manzaralı evi olan bir kaplumbağa arkadaşım var.

schubert’in bitmeyen senfonisi artık bitsin, dokuz sekiz ritimden nefret ederim. viyana kapısı bana bir şey bir ifade etmiyor, ama yanan bir viyolinden en sıkıcı parçayı dinledim su altında. takunyaların tozlarının yükseldiği caminin dibinden geçtim, parası neyse verelim viyana’ya giden herkes romantik olmasın. lafı çok uzattım ama son bir şey daha: yanımdaki güzel benim için elindeki mendili yere atacak iken-

büyük bir dalga moda sahilini yuttu, kayıp sayısı belirsiz ve hasar tespit çalışmalarına devam ediliyor. belediye başkanı müsterih olunması gerektiğini belirtti ve arama-kurtarma çalışmalarının başladığını kaydetti. yetkililerin yeni bir dalganın beklenmediğini söylemesine rağmen halkın huzursuzluğu dikkat çekmekte. çevredeki görgü tanıklarının olay sırasında duydukları dede efendi eseri sesinin ise nereden geldiği belirsizliğini koruyor

müşterek saatlerde muhtelif yalnızlıklar

11/08/2010 10:29:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
bir kez daha üzgün gözlerimi kapatmamı söyledi. bu yüzden, artık duyguları görmüyorum. düşemem mavilerden uykularımda. onun en sevdiği çiçekler açelyalardı, bu konu kapandı gece yarısı.

oysa o da kabuklar tuttuğunu söyledi yaralarının; bir başkası sesini bile duymamasına rağmen. silah, neşter ve bir fırtına üzerindeki kızıllığı yaşıyor, o
zaman aynadaki yansımamı kim vuruyor?

ii

onu anlıyorum da, yağmuru ya da kendini kızıllıktan kendini aforoz etmesini anlayamadım bir türlü; bir bez kadar kesmek ve ihram gibi sarmak varken gökyüzünü bedenine. anlayamadığım çok şey var onda aslında: muhteşem bir sonda figüran olmaktansa kendi griliğini bir perde gibi çekmesini, beton binaların arasında yeşil diye bağırmasını ve ya yerden alıp bir nefes çektiği o izmariti, neyse.

gözlerinde hüküm sürmekte olan son fırtınanın habercisi olan halkalar. bu kadar sesli bakmamalıydım.

o halklar ki gözleri tanımlar, ve o gözler ki mahremi saklar.

iii

sadece hatırlamaya çalış... geçmişi; bir daha gelmeyeceğini bildiğin. tekrar o kente dal; geleceğe umutla bakan gözlerine karşıdan bak, çünkü kırmızı yanarken karşıya geçilmez. heyecanlandığında kalbinin nasıl attığını hatırla, çünkü artık sadece korku kalbinin atmasını sağlayabilir. o kentin en güzel anını hatırla. o ana geri dönüp aynı hataları tekrarlamak için, geçmişi değiştirip geleceği görebilmek, hayatının düğüm noktasını; kaybetmeyi göze alamayacaklarını düşün.

bulamayacaksın.

kaybetmekten korktuğun hayali ve kenti korumak için, hayali betonları delip nefes aldığını sandın, gücünün sadece bacaklarında ve kollarınla sınırlı olduğunu bilmeden, hataları tekrar tekrar yaptın. geriye sadece korku ve acı kaldı.

bu vasat melankolide, hayali bir kentin içindeki renkli bir düş olabilmenin gerçek acılarını. o düşe ihtiyacın yok muydu? hatta sen değil miydin, tüm yaşama nedeninin, düşünden çıkmayan bir çift ela göz olduğunu söyleyen? sen değil miydin geceleri, olmayan bir şairden, var olmayan bir meleği isteyen? hepsinin sonunda çıkmaz sokakları kabullenmeyip, o meleği bulduğuna inanan, kendi kabuğunda yaşayan?

gözlerini kapa ve uyumamaya çalış, rüyalarına dön ve özle, hatırlamaya çalış sadece, sonra bitmeyeceğine inandığın rüyaya dön. yeniden nefes al ve veremeye yemin et.

bu kenti unut, ondan daha önce çıkmadığın kadar yukarı çıkıp kurtul. sonra her şey bir anda tersine dönsün, seni oracıkta anılarınla öldürsün.

iv

senin çığlığına uyandım, hatırladım, saat on iki de son otobüs, haydarpaşa'ya, tam orada, gönlümden her saat başı kalkan her tren rayların üzerinden; sana gitmektedir, birtanem. 

nefretinizi yüzünüze gözünüze bulaştırmayın

11/08/2010 10:25:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
bazen herhangi biriyle konuşurken nefes almakta güçlük çekiyorum. gülerken nefessizlikten ölmek gibi, gök gürültülü ağlamaların sonundaki gülüş gibi. tam bu anlarda sigara yakıyorum, ölemeyen dostlarımın ruhlarına üç defa üflüyorum.

tam tamına üçüncü yaşımın on beşinci gününün altıncı saati düştüm somyadan, sağ elimi kırdım, o günden bu yana, yatık yazıyorum, biraz boynu bükük. ondan tamı tamına sekiz ay on yedi gün sonra, ayağımı kırdım, ama bu sefer suç kapı eşiğinindi, kimse beni dinlemedi, ben de aksak yazmaya başladım ondan sonra.

içinde film olmayan fotograf makinesi gibi hissediyorum kendimi, çalışır durumdayım fakat yeni bir şey ekleyemiyorum kendime.

bir öğrenci arkadaşım var, dibe vurup yeniden yükselecekmiş. buna da bir sürü öneri gelmiş, benle mahvet hayatını diye. kendisi biraz yakışıklıdır. işte onun hayat sevgisi. hayattan ne öğrendiysek nefret ederek, bir şeyleri yıkıp yeniden yaparak öğrendik. hayat bakanı olsam, bütün iyi insanları bu oyundan çıkartırdım. insan kazma olduktan sonra etrafında iyi insanlar olmasına gerek yok.

oysa hayat, cümle sonuna nokta yerine virgül atıp devam ettiğiniz bir şeydir. koymadığınız her nokta, bitiremediğiniz her şey biraz daha anlaşılmaz kılar sizi, kendi içinizde kördüğüm olursunuz. kısa ve net cümleli bir hikayeye benzemez çoğu kimsenin hayatı ve sırf bu yüzden başkalarını anlayamayız. kendini anlamadan ötekini anlayamayacağın gibi. "nefretinize sahip çıkın. nefretinizi yüzünüze gözünüze bulaştırmayın." demiş selman bayer. nefret kendini anlamlandırmanın en basit yoludur. sevdiklerin değil nefret ettiklerin sınırları belirler çünkü.

son olarak; acı ve nefret aynı kaynaktan beslenir: çocukluk. masumiyetini kaybedeceğini an, çocukluktan çıkarsın ve bu anında nefrete dönüşür dünyaya karşı. önce bu kırılma eşiği geçiliyor. nefret etmekle de bir şey olmadığını anladığında daha farklı kıylara yelken açıyorsun. artık gördüğün yerleri kör noktalarının fazlalığına göre sınıflandırıyorsun. örneğin ben bu son cümleyi beni inatla görmeyen apartman lambasının altında yazıyorum. 

şimdi bana bir saat ve uzun doğum sancıları gerek.

11/08/2010 10:23:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
boğaziçi köprüsü uzaklarda kalıyor kızkulesine bakarken. boğazının içinde bir düğüm var sessiz ve derin. inanılması zor bir trafik var herkesin yalnız olduğu sokaklarda, gereksinim gereksiz ve yabancılaşmak alışılmış bir duygu. mekanik kümelenmeler ve kesintisiz akan canlı yayın. bir ses kablolardan iletilen ve ekranlara yansıyan. sıcak koltuklardan kalkmadan geçirilen onlarca saat, yıkanan bulaşıklar ve tıkanan lavabo. inanmayanlar için okunan ezan ve izleyenler için yağan yağmur. veyi gördüğü anda cümlenin bitişine beş kalayı hisseden okuyucu. şaşırmış olmalı.

"kendini başkaları üzerinden tanımlamayan ve kendi şifre algısıyla kendini anlatan bir insan ancak yalnız olabilir." şair titizliğiyle yazılmış bir nesirden alıntı. muhtemelen şehirde yaşayan ve tanrıya inanmayan bir insan tarafından söylenmiş. belki de bu insan saten bir pijamayı fatura ederler diye rüyasında bile göremez. eskiden göz hakkı vardı, hatırıma geldi. cengiz han vardı bir de, yıktığı kütüphanelerle bir bölgenin hafızasını sıfırlayan.

anna karenina'yı okudum bugünlerde. hocam çıkıp özeti nedir bu kitabın dese, "bi tane kadın var. oralarda aşk filan gibi bir şeyler oluyor. sonra intihar ediyor." derim. hocamın neden vandan çıkıp geldiğini ve ya beni sorguya çektiğini düşünmem. tek bir cümleye tav olup olmadığını da bilmem. o da kapıdan çıkar gider zaten. bir kitabı alıp okuduğumda kendi kendine özet çıkarmak gibi bir huy geliştiren insanlar var, bunlar hocalarının nefeslerini yıllar yılı enselerinde hissediyorlar ve sırf bu yüzden kitap okumuyorlar. bir de okumanın sorumluluğunu hissedip, hayatı ırgalamaktan hayatı yaşamaya vakit bulamayan insanlar var.

bir kendisinden başkasına bölünemeyen rakamlar vardır, bir de kendisinden başkasına dönüşemeyen insanlar. dışında, dışında kaldığı bir dünya olan. içindeki sokağın içinde kaybolan sarhoş düşünce mahkumları. gözlerinin gördüğüyle yetinen ve kulaklarının duyduğunu sorgusuz sualsiz alıp kabul edenler var. bir de yaktığı sigaranın dumanı istanbulun siluetine katkıda bulunanlar var.

...ve kur'ân'ın dediği gibi: "ancak hakikate yönelen kimse tezekkür eder, başkası değil. -vemâ yetezekkeru illâ men yunîb." [mü'min, 40/13]

şimdi bana bir saat ve uzun doğum sancıları gerek.

bilinçaltını kaybetmek

11/08/2010 10:15:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
kıpırdama yazıyorum:

hoşlandığım kız bana güzel bir yazı gönderdi. sevgisini değil kıymetini verdi, annemin uçan terliğini, babamın cam kül tablasını, arkadaşımın uzun iç çekişlerini, yıllar önce kaybettiğim kitabımı, sahip olmaya cesaret edemediklerimi, hep uzak olduğum o kıyıları okudum ben. okuduğum diğer yazılara benziyordu dışarıdan, okudukça arttı cümleler, uzadıkça uzadı ve ben sıkılınca bitti. ben hep uzar gider sanıyordum oysa, önsözler güzeldir çünkü, ama kitaplar yazılıyormuş böyle hikayelerle, geceleri ben ayaktayken yazarlar anlatım bozuklarını düzeltmeye çalışıyorlarmış, ama bitmiyormuş kitaplar, sabaha karşı lambalar kapanıyormuş. tam o anda biz sıkıntıdan patlıyormuşuz, o uzun paltolu aktörler, örümcek adamlar, huysuz polisler, uzun bakışmaların olduğu sahiller, denizde yolunu kaybeden palyaço balıkları hep, hep bundan aslında. her şeyi geçtim annem psikoloji için o ne be diyor, kabusların kıçının açık kalmasındadır, dua oku diyor, besmele çeksem olur mu diyorum, olmaz diyor, kapıyı kapatıyor annem. ama ben uyuyana kadar kapının dibinde bekliyor bazen de orada uyuyakalıyor biliyorum. işte böyle böyle, saklambaç oynarken bilinçaltımızı kaybediyoruz, okudukça hatırladığımızı zannediyoruz, eskileri geriye iterek. babam dedi ki, herkes bilinç altını kaybeder. siz de dua etmek yerine besmele çekebilirsiniz kabus gördüğünüzde, annem bir şey demez.

ne de olsa hoşlandığım kız da uzakta, annem de uzakta, siz de.

görmek istemediğin kabusları yaşıyorum gündüzleri. saat kulelerinden geliyorum zamanın hızlıca aktığı. sağ elimle yazıp sol elimle seni tutmaya çalışıyorum. sol elimi kessen bir sene daha yaşarım belki. ama bir kaplumbağa yüz sene yaşar aynı kabukta, biz her sene biraz daha eskitiyoruz, kelebekler ise bir günde tamamlıyorlar. ah en önemli yerinde çekip gitmesen şu konuşmanın...

bu gün neler öğrendik: herkes bilinç altını kaybedebilir, önemli olan doğruları söyledikçe burnumuzun kısalması.


gösterdiğim yere bak parmağıma değil

11/08/2010 10:13:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
geçmiş gibi geldi de gitti. dönüş vardır amenna. duyduk ve biliyoruz. ne de güzel gittin, ellerine sağlık. yalnız gözlerimi ve bacaklarımı bağlamasaydın o sandalyeye ben de zevk alacaktım.

koşmuyor ve ağlamıyor. oysa ağlaması için neler vermezdim. ''gözyaşı'' kadar güzel kelime az bulunur. sadece bana ait olması gerektiğini hissediyorum. karbonmonoksit dolu bulutlardan gir damlalar düşüyor, simsiyah asfalta. küfrediyorsak reyting yükselsin diyedir. biz başkasının arabasıyla hastaneye gitmeyiz. bizim her birinden gurur duyduğumuz yaralarımız vardır. bizim mahallenin sadece bir tane yolu vardır, gelen de giden de bellidir, düşeni görürüz, kaldırırız. yapacak bir şey yok, koşmasa da uzaklaşıyor. belki kendi iradesiyle gidiyor ama kendi iradesiyle ağlamadığına eminim. on parmak yazsam da düşüncelerime yetişemiyorum. birini çok ağlatmak günah mıdır? esnemek de ayrı bir hoşluktur fakat, kahvaltıdan sonraki sigara ayrıdır. aklımızda objektiflikten eser kalmamıştır, alabildiğince subjektifiz. bu arada mantı bir yemekti, kimleri beğenmezdi ve neyse ki hegelin bundan haberi bir hiçti. su gibi akamıyorum ama onun gibi dalgalanıyorum. televizyonlar dedkorkut masallarındaki tepegözlere benziyor, ah bir okumuz olsa da tek gözünü kanlar içinde bıraksak. solumak. sigaralar senin içindir. çayı buraya bırakın. keşke var olsaydın da simitin susamlarını dökseydin.

duman demişken, djarum black candır. lafın gelişi yani, gidişinden sorumlu değilim. yoksa ne alaka. gösterdiğim yere bak parmağıma değil.

vazgeçtim. parmağıma bakın. kendi iradesiyle parmağını kaldırabilenler bir adım öne çıksın.

adım gibi eminim ki, eğer imkanının olup da bin defa daha dünyaya gelseydin, bin defa daha dağlarda ölecektin.

bileğimdeki izler daha taze. sanki uyanmadan kalktım. o yüzden bana gidişini anlatmayın korkarım. kimilerine sevgi bahşetmişim onu gördüm, bir daha yapmayacam söz. 

küfrediyorsak reyting yükselsin diyedir

11/08/2010 10:11:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
bir şehirde nefes almayı bilen nadir insanlardanım. evimden işime, işimden alış-veriş merkezlerine götüren yollarda saatlerce beklemekten keyif alıyorum. asfaltı seviyorum, çocukken asfalt yapılırken izlemesini de seviyorum. kaldırımdan inip asfalta ayağımı bastığımda zemin ayağımın altından kayacakmış gibi geliyor, kayan asfalt beni uzaklara götürecekmiş gibi geliyor. köyü şehre, şehri köye yakın eden toprakla çimenle karışan yolları da seviyorum, ucu bucağı görünmeyen ip gibi otobanlar kim bilir nereye gidiyor? vites değiştirmeden geçen giden otomobilleri düşünüyorum. ne kadar da rahatlar.

kimi kandırıyorum diye sormuyorum, asfaltı seviyorum.


zira bir fikir zihnine kodlanmış milyonları rencide eder, doğuracağı sonuçlar daha vahim olur.

ufak bir ek gerektiğinde, "asfaltı da sevmez insanlar, küfürü de, ama kişiler senin tarafında olduğuna küfrü seversin, memleket senin olduğunda asfaltı da seversin." sözü yeterlidir.

okumama hakkına sahipsin

11/08/2010 10:09:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
kombi çalışmıyor. zaten kış geliyor diyorlar. sansür akacakmış damı sıvamayı unutmuşlar. bir de kaçak kat çıkıyorlar. yapmayın dedim sonra kendi başıma koştuğumu farkettim. halbuki çok ayıp. koşana değil koşturana bakacaksın. ne demişler? salak avukatın olacağına, yakışıklı savcın olsun. yok lan böyle değildi sanki. ama çok da üstüne gitmemek lazım. kombi diye bir şeyin olmadığını, varsa da bir işe yaramadığını bir türlü idrak edemiyoruz. halbuki annemin anlattığı bütün masalları dinledim. ne gelir elimizden, dinlemekten başka. kafamı kırayım dedim vazgeçtim. dursun bir kenarda lazım olur. ağrı yapıyor hem. ama anlatmıyorlar. anlatmadıkları gibi, bir de anlattırıyorlar, çalışmadığımız yerden soruyorlar.

fakat ben onlarla da koştum zamanında, düştüklerinde kaldırdım. ben aslında biraz düşününce herkesi anlıyorum. ama bu, isteyerek yaptığım manasına gelmesin. yok öyle. üstelik şoför mahalli ciddiyet ister. sonra niye geçmişi kontrol ediyorsun deyince cevap veremiyorum, çok hırpalanıyorum, geceleri uyuyamıyorum. cevabını bilmediğimiz sorular sormayın kardeşim, böyle anlaşmamıştık. sıra sende dediler, biz de görevimizi yapalım dedik. alın sizin olsun mahalliniz. allah'ım yarabbim.

aşağıdakilerden hangisi yanlıştır diye soracaksın belki, yani tamam sakinleşeyim de, çok da hasta ziyaretine gitmemek lazım. biz hep mezar taşları için ağladık. ağlayınca taşlar temizleniyor dediler bize. elimizdekini bile elde edemiyoruz, çok ayıp oluyor niye niye bıçaklarımızı bilemiyoruz? kadınlar da hep aynı yani. kulluk sözleşmesinde ek bir madde arıyorum fakat sansür varmış, devlet sırrıymış o maddeler hep. ondan şey olmuyor. duvarda recm edilen tablolar var. bu rejim iki fırın daha ekmek yemeli. anlamadığımız alıntılarda uzak durmalıyız. bir manzara resmi, bir manzara olmadığı gibi, bir manzara da, kıyımdır çoğu zaman, kafanı kaldır artık.

polisler ve askerler aynı soydan gelmişlerdir. yalnızca onlar değil, tüm varoluş aynı özden gelmiştir. dolayısıyla böyle bir garip özdeşlik filan olur, militarizm hep olur, belki vicdan diye bir şey bile doğabilir. fakat onlara inanmak ne büyük kibirdir, ben daha yeni anlıyorum. ben pek çok şeyi daha yeni anlıyorum, gözlerim açıldı dediysem ışığı yeni algıladım diyedir, kızaran gözlerim vicdanım kendini iyi hissetsin diyedir.

elinde kötü silahları olan kötü kişilerin ülkesinde iyi birinin silahından çıkan iyi bir kurşunla tek seferde ölmek iyidir, en azından bunu başarabilmek gerek. nice kaliteli insan, toparlayamadığı cümlelerin altında kaldı, acı çekerek öldü.

saatlerce kadıköy de beklemenin sebebi

11/08/2010 10:06:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

allah'ım, ünlemler yetersiz kalıyor bazen.

kaderimde kelimesini kullananları tanıyorum acınası teslimiyetlerinden. anarşi toplumunu tam manasıyla yaşayamadığımdan bilemiyorum adrenalinin sınıra dayanmasını. ve eline kalem alıp birilerini yaralamakla bu işlerin yürümeyeceğini anladığımda henüz on beş yaşımın kışındaydım. protesto, senden büyüklere yapıldığında bir mana ifade etmiyordu oysa, canları isterlerse yapıyorlar çünkü.

antidepresanlar ve tam arkamda patlatılan poşetin şoku bir işe yaramaz. içi boş bedenler ancak tabutteyken saygı görüyor bu dünyada. bir gardırop insan bedeni, kullanmadığımız onca duyguyu, hayatımızdan silip attığımız insanları, ütüleyip insanlara gösterdiğimiz güleryüzü sakladığımız.

ne de muğlak bulutlar, her bakan farklı bir şey görüyor, kendi umudunu arıyor, hüznünü ona yükleyip rüzgarla sürüklenip gitmesini isteyeceği bir gemi tahayyül ediyor belki. çok yer, az kilo alır tipi insanlar var ama çok sever, az üzülür tipi insanlar görmedim hiç. kaplıyor katranı otoyollara makineler, sıcak ama insanı bunaltan bir buhar yükseliyor yeni yapılan otobanlardan.al pacino arıyoruz her yaralı yüzde, beyaz perdeyi hayatımıza uyarlamamızın imkansızlığını bile bile.

yardımın, ilk yardım dolaplarında değilde, sıcacık bir battaniye altında olduğu kışlar geçirdim ben. gerekiyor belki de sessiz sedasız uzaklaşmak güpegündüz, ufukta kayboluşunu izlettireceksin insanlara, bir karıncaya benzetecekler seni. kadıköydeyim, ruhsuz bir semtin, ruhsuz bir büfesinde, ruhsuz bir balığın içinde olduğu yarım ekmeği yiyorum, bir telgraf çekmeli. stop.

allah'ım, sana virgüllerle seslenemiyorum.

kaderim bu belki de demedim hiç, demeyeceğim inadına, bekleyeceğim kütüğün üzerinde karşıma bir keçi gelene kadar. bu kadar kolay bıkmamalı insan hayattan, daha yarısına gelmeden bitti şarjımız. sentimental kelimesinin az kullanılıyor olması, kırılgan kelimesinin daha vurucu olmasından belki, ama bunu bilmem bir şeyleri değiştirmiyor. ambargo sadece sınırlarda uygulanmıyor, bu gözler birbirine kalplerini yıllarca kapatmış insanlar gördü.

alternatif kelimesinin başına çorap ördüğü bir ben varımdır dünyada, bu kelimeyi bu kadar önemseyen başka biri daha bulamazsınız sevdiğim kız dışında. referans, kargaşanın başlangıcı, yapmanız gereken aramalar için geç kalmayın. potansiyel aldatıcılık var bir de, ne kadar ekmek o kadar köfte düsturuyla döner bu dünya. salvo asla bir çöküşü simgelemez, sadece elimdekini tek seferde senin üzerinde deniyorum demektir anlayana, güçsüzsen yıkılırsın. yok varın karşılığı değildir, sadece göremediğiniz ama aramak istemediğiniz zaman ağzınızdan istemsiz çıkar.

sadece çaresizliğinizin gözükmemesini istersin ama uyan artık, beklediğini istesen de vermeyecekler. klostrofobi kendi içinde de yalnız ve karanlıkta kalmaktır biraz, gözlerinizi açında ışık girsin içeri. hicran hayatının sonlarında olan ağlak bir kadın ismi olabilir pekala. tribülans anonsu gereksizdir, uçak düşse de bir şey yapamazsın, düşmese de, celladını daha yakından tanımak ölümünü kolaylaştıracak mı sanki? ve şok, tanıdığınızı sandığınız yabancıdan gelir.

cariyeler saba makamında hiç şarkı söylediler mi acaba, özlediler mi memleketlerini, çoğunluğu oluşturan sıradan biri olmayı neden bu kadar çabuk kabul ettiler? çekilmiş bir arabanın içinde uyama kayıtsızlığına sahip olmak, ucak olmayan bir gelecekte mümkün olmalı. yer altına inmek marifet olsaydı, fareler yerine biz yaşardık oralarda. cumburlop, çocukken popüler olan, sonradan unutulan, biraz da ıslak sonbahar.

allah'ım, noktalar için ne kadar şükretsem az sana.

kaderimi çok dert etmiyorum, başa gelen çekilir de demiyorum, sırası geleni yapıyorum. sen kadar olamadım dediğimde, karşımdakini aşalağılıyorum farkındasındır umarım. yazdın ve gittin, bir bomba bıraktın dünyaya patlamaya hazır, bunun hesabı sorulacak, bu iş burada bitmez.sen kaçıyorsun kovalanmak umuduyla arkana bakarak, göremediğin hendekler var koşu yolunda. bilirsin, kalem kullanmak zor gibidir, kurguladığın karakteri ilk kez öldürdüğünde, bir daha yazamayacak gibi olursun, ama korkma, öldürdükçe alışıyorsun.

kalbim, doktorlara emanet edilmeyecek kadar değerli, belki de bu yüzden karıştırıyorum şiir kitaplarını. oyuncak mı o baktığın diye seslendiğinde annem diğer odadan, kitap diye bağırmıştım sadece. ne, ne olduğu bilgisiyle yaratılıyor, ama insan, insan olduğunu çok çabuk unutuyor. kolayvazgeçmek eksi gibi gözükür çoğu kişinin gözüne, zararın neresinden değil, başından dönersen kardır, bilmiyor insanlar. kırılıyor belki de altımdaki fay hattı, belki de bir kaç saat sonra siyasi sürtüşmelerin geride kaldığı sokaklara ineceğiz pijamalarımızla.

deplasmandır sesini çok çıkarman gereken yer, daha fazla kişinin sesini bastırmak durumundasındır çünkü. bu dünya, durduğunuz yere bağlı olarak oynatabileceğiz bir yer. diyor ya öğretmenler günü gününe çalışın diye, soralım o zaman: koca servetlerin üzerinde oturmak için de günü gününe çalışmak gerekiyor mu hocam? albino bir insan, ona yönelen bir cadde dolusu insanın bakışlarını göğüslemek zorunda. şeyhim, sözün hikmeti ile tedavi mümkün mü?

plasebo, bilmeden kendi kendine güvenmek. yutturuyor ya birer birer lokmaları annem benim ağzıma, faydası olup olmayacağını bilmeden yiyorum, sırf büyümek için. bana sormadı kimse büyümek ister misin diye, ama sorsalar da isterdim, dünya sen büyük olunca daha da büyüyor, sınırlarını biliyorsun. depresif bir saat, belki de bir milisaniye geçiyor, göreceli olarak pek tabii. doktor ona ödediğim paranın satın aldığı sürenin dolduğunu söyleyip, beni kendimle baş başa bırakıyor:

allah'ım,

kaderimden şikâyetçi değilim, aksine bahtiyarım evrende bana da rol verdiğin için şahsen; allah'ım bizler senin falsolu kullarınız, n'olur bizden razı ol. 



26 Ağustos 2010 Perşembe

Benim Çizgili Gömlek - bir kendi denemesi.

8/26/2010 11:03:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments

dört aylıkken anneme dokundum ve dedim ki: "vakti geldiğinde seni unutacağım." beş aylıkken halamın oğlunun saçını çektim ve saçları o günden sonra dökülmeye başladı. doksan birin ramazanında oruç tutmadım, daha reşit değildim, oruç olanların önünde siyah zeytin yedim. 

sekiz yaşımda beşiktaşlıydım, altay maçından sonra sinirlenip duvara vurduğum elimde, hala o günden kalma izler. che baskılı tişört giymedim hiç, kapitalistleri tuttum savaşlarda. sırf o tütün yüzünden, rengi benim oyuncak arabamın rengiyle aynıydı.. çok sonra öğrendim ki izmirde de varmış tütün, amerikan ortaklığıyla üretiliyormuş içtiğimiz filtreli sigaralar. bir sonraki kış hiç kestane yemedim ama almanca yazılar vardı elimdeki gofrette. ben o yaz hatalarımı başkalarına yüklemedim, çok az terledim. 

çin işkenceleri geldi aklıma o son bahar. on yedi yaşımda, bir kediyi takip ederken göz göze geldiğim ilk kızın gözlerini çok sevdim, ama gerisini de sevmek gerekiyormuş, ayrıldık.  ben hiç eyleme gitmedim küçükken, eylemler yerine yabancı lig maçlarını izledim televizyondan. ben depremi bir kez yaşadım, spikerin rengi bembeyaz olmuştu kaşığımdaki ayran gibi. bir ilk bahar günü aşık olayazdım, meğer ters yönde gidiyormuşum, sisten fark etmemişim. 

18 yaşımın sonlarında bu kez bir kızın ellerini çok sevdim. sadece elini tutup şiir yazıyordum, kendini kullanılmış hissetti ve gitti. büyüdükçe sonbaharları kaybettim, annem daha fazla lahana sarması yapıyordu o aralar. limonlu muydu, limonsuz mu hatırlamıyorum ama. 

Yapılan ödevler bir sonraki dönem bana şahit olmuyorlardı, eve dönerken otobüste yanımda oturan kadına iyi davranıyordum. bizim otobüslerimiz ineceğimiz yeri anons etmezlerdi hiç, namüsait bir mahiyette tezahür ederek inerdik bir kaldırıma. son otobüsü kaçırdığım geceler, otobüs duraklarında yazılar yazıp, sabahları beğenmeyip atardım. 

bir gün boyunca yalın ayak gezdim köydeki bahçemizde, ben on dokuzken. hiç bir zaman başladığım yere dönemedim bu karınca gibi. zaten hiçbir zaman bir arı kadar çalışkan olmadım, kimseyi de sokmam. bir defasında birlik ve beraberliğe muhtaç olmadığımız günlerden birine denk geldim, hava bulutsuzdu ve ben mutlu gibiydim. 

yirmili yaşlarımın başında bir kız sevdim, gözleri kocaman, toprak rengi. şimdi suya ve toprağa bakıyorum kendimi anlamak için. bir de yanmak gerek, onu sonra ayarlarız.

24 Ağustos 2010 Salı

Bir baykuşun gözüyle sessizce gitmek ne demektir?

8/24/2010 03:52:00 ÖS Posted by mistrafantastic 3 comments


I. baykuşun gözleri


hikayelerde anlattılar ve kaf dağının ardında buluştular. benim yazamadığım öyküler ve kelimelerimle tarif edemediğim ter kokan arabesk minibüsler var bilinmeyen hatlarda. başkası yazarken, cümleleriyle kağıda döktüğü hayali çok ses çıkarıyordu, uyuyamadım, sinirliyim. ben hep müstakil bir evin önündeki fesleğene dikkat ettim. kendisi büyük sesi kısık insanlar tanıdım, fikirleri duyulmuyordu kahve köşelerinde. sen de tanıdıysan, çayı şekersiz içelim, banliyölere güvenelim.

şal satılan dükkanlara girdiğinde çıkamayan annelerimiz var, şükür rabbime... hiç yaşanmamış ve yapılmamış yemekler var ve bence onlar en güzelleri. sesimi kesiyorum anne tamam.

sevmediğim ve daha önce görmediğim kadınlar geliyor gündüzlerime. sessizce yanlarından geçerken, ürperiyorum ikinci vakitleri. bir baykuşun gözleriyle görüyorum. kafamı iki yüz yetmiş derece çeviremiyorum ama. önündekileri bile göremeyenler var rabbime şükür, ben kafamı iki yüz yetmiş derece çeviremesem de olur. okuduğumuzu anladık mı: bendeki her sen aslında olmayabilir, sabun köpüğünden bir hayal gibi. o zaman ahtapotlara inan, onlar daha fazla dokunabilir. 






II. sessizce gitmek ne demektir?

hiçbir şeyi yazmak zorunda değiliz. kaç kelimelik olduğunu anlamak için yazılır bazı yazılar. gözyaşı kelimesi oldukça nemli bir kelimedir. seni sevdiğim günlerde daha az yazıyorum ve bu beni rahatsız ediyor. yazdığım zaman seni yeterince sevemiyorum, zaten her şey yolunda olsa kim sevebilir. bizi yazmaya iten sebeplerle yazmamaya iten sebeplerle aynı. ama şimdi bunlar biraz entel dantel konular özet geçelim.

gece lambasının ışığında küreselleşme konusunu düşünüp habermas'a söven insanlar var orta-asyada. bizim burada sular kesik öğretmenim çalışamadım. ben burada o kadar salgara ve tekdüze konuşuyorum ki, bana inanıyorsun. oysa inanmak da bir yağmurdur yeryüzünde.

hayatımızı değiştirecek binalar hep betonarme. onlardan yayılan sıcak bizi eritiyor. ne öğrendik onca bulmacadan: karadeniz iç anadoludan kuzeydedir. yukarıdan aşağıya üç harfli: acı. pazar yerleri kıyamet gününü andırıyor her seferinde ama şu bağıran amcayı nereye koysam bilemedim bu tiyatroda. daha yeni gelmiştik oysa.

bazen kıyamet ayrılmış iki eldir, ağlayan iki gözdür. şimdi ayan beyan söyle bana, bağır: sessizce gitmek ne demektir? gidenler hep yağmurlarla mı giderler, sulu sepken de yağar mı? işte o zaman anlayacağız terk etmek ne demektir, sessizce gitmek ne demektir.

Cümlelerin Bitmediği Yer

8/24/2010 11:46:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments


sevgiliye kurulan en güzel cümleler üç noktayla biter. üç nokta; bilinmezliği, umudu, yenilgiyi, acıyı, sevgiyi taşır çünkü. binlerce kelimenin anlatamadığını, sonu anlatan noktaların üç tanesi anlatır. sonu anlatanlardan sonsuzluğu yaklarsınız üç noktada. 


gözyaşımla yazdığım o cümleleri sıksam, bana olmayan sevginle, içime işleyen hüznüm çıkar. 

19 Ağustos 2010 Perşembe

17 Ağustos 2010 Salı

Maktul Kabul Veznesi

8/17/2010 11:41:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments



Bir sedye giriyor koridora...

Kelimelerle arası iyi değil
Eceli geliyor isyanının
Laf olsun diye atılan kesiklerinden
Sloganlar düşüyor
Zemin kirli.

Yağmurlu havada eyleme
Hızlı girince fark edilmiş
Sensizlik karşıtı dövizler
Onda dokuz beden hatalı
Ölümün ağzı
Karanlıkta şakıyan
Bir saka kuşu

Sesinin alınmasını huzursuzca bekleyen
Rutubetli koridor ruhu
Pervaza tutunmuş bedenin hala dönebiliyor oluşu
Karşı odada.

Bu kız,
Bu kadın,
Dili koparıp
Kalbini yiyerek
Onun saçını tutacak

Bir sedye daha giriyor koridora...

Dance Me To The End Of War

8/17/2010 11:39:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments

ne çok cerahatimiz vardı oysa
kalemimizi batırmamız gereken
batırdıkça baltalanan umutlarımız
uzaklara giden gemilerimiz
taş atan çocuklarımız vardı doksanlarda.

ne çok cerahatimiz vardı oysa
görüp de üzerine gitmemiz gereken
sele kapılan senlerin arasında
tam buraya uygun bir söz vardı
mevlanadan, bulamıyorum.

ne çok cerahatimiz vardı oysa
üzerine tavşan kanı çaylar içmemiz gereken
bayatlayan söylemlerimiz vardı seksenlerden kalma
asla olamayacağımız birisi gibi yazdığımız
emekleyen şiirlerimiz vardı megafonlarda.

ne çok cerahatimiz vardı oysa
sevdiğimize yazdığımız şiirlerin mezesi olması gereken
biz büyüdük ve ramazan yaza denk geldi
susuzluktan dilimiz damağımızda
kelimeler eksik yutkunamıyorum.

şiir de savaşa benzer çokça
bazen masum mısralar ölebilir şair uğruna
zalim kafiyeler arkadan vurabilir seni
küçük hanım derlerdi izlememiz gereken eski filmlerde
ne çok cerahatimiz vardı oysa.

anneme seslenmem gerek
son sürat gelen kurşuna
dikkat etmek lazım,
koydu mu oturtur.

13 Ağustos 2010 Cuma

duygu sömürgesi, nikaragua.

8/13/2010 12:21:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
duygusal yazmak zordur, hiç kimse yazmaz filan diye zırvalamayacağım.


iki tane arabeske yakın şarkı, olmadı emre aydın, sagopa filan kurtarır. bunları dinlersin iki saat boyunca, moda girersin, bir kaç duygusal yazıya göz atarsın, ilhami gelir aklına başlarsın. birkaç küfür de koyarsın araya, samimiyim dersin yaparsın. okunursun da. 


ama ağlatıyor ya bu diye kimse kimseyi okumaz, senin kurgusal hikayelerine yerleştirdiğin küfürler, betimlemeler ve siyah teması tutmaz. kimsenin de girdaplarda boğulduğu yok. duygusallaşıyorsan da adam gibi duygusallaş. ondan daha fazla ölüyorum ben aşktan mantığı tutmuyor artık. 


önce esprili takılacaksın, hayat güzel vapurlar filan. sonra bir tane duygusal yazı yazacaksın. abartmadan dört bilemedin beş paragraf. ve ile başlayan cümleler olacak, stabilize yollar filan. garanti yöntem. başa da bilinmeyen bir grubun duygusal parçası, elektro gitar, ekolu ses. kırmızı da olacak, kan olacak, kan çıkacak. hayatla dalga geçiyor gibi yapıp, yeşil çayınla yazı yazacaksın. alacaksın övgüleri. 


bukowskiyi bilmeyen adamlar yeraltı edebiyatı yapıyoru ben yeaa diye geziyorlar şimdilerde. hadi len diyorum. 


yazıyorsundur, duygusal bir şeyler çıkıyordur ortaya eyvallah. buram buram duygu sömürüsü yaptığınız yazılarınıza da harikasın, süpersin tepkilerini beklemeyin.

10 Ağustos 2010 Salı

Dırdırella - Chapter 3- Sudan Meseleler

8/10/2010 09:29:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic , No comments


dırdırella her geçe içiyor. içtikçe açılıyor. açıldıkça saçılıyor. saçıldıkça kusuyor. kustuktan sonra uyuyor. 
hor görme garibi kim bilir ne derdi vardır. batmasın bu dünya ama bitmeli artık kabuslar. ağlayarak uyandı... bir su koydum içti. yüzünü sildim. anlatmaya başladı. babamı gördüm. boğazıma yapıştı. gel diyordu gel. sonra sırtıma vurup beni bir mağaraya itti. etler derilerinden ayrılıyor. çığlıklar. beni burada bırakma diye sesi geliyor babamın...

8 Ağustos 2010 Pazar

açılan küçük yaralarımızı kaşıdıkça olanlar

8/08/2010 09:12:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
çok acılı bir şey değil sevmek. açılan küçük yaralarımızı kaşıdıkça olanlar oluyor.

80'lerin sonları ve 90'ların başlarında, gazetelerin kartondan ev, gemi, uçak ve futbolcu maketleri verdiği, sürekli sonu olmayan sevgilerden bahsedildiği dönemde televizyona her bakışımda aklımdan geçen hayaller vardı. bugün onlar aklıma geldi, sana sevdiğimi söyleyecektim ve gerisi olacaktı.

olmadı, yapamadım...

ara ara oluyor böyle. hoş, üzülmüyorsun da aslında. haberin yok ki senin. nasıl olsun ki? yolda yürürken, duraksıyorum. gözlerimi kapatıyorum, yanımdan geçtiğini hayal ediyorum. seni izliyorum hayalimde. annem dürtüyor, kalkıyorum yatağımdan.

her gün yağmur yapmıyor hüzünlü şarkılardaki gibi, her şey bir gök gürültüsüyle başlamıyor. her ucu açık cümlenin sonunu düşünmekten yoruluyorsun. yalnız değilim, benimle yürüyen onlarca insan var, ama yağmur bana daha çok yağıyor sanki. romantizmi sevmezsin sen.

herkes sevdiği gelince ne diyeceğini düşünür, ben senin gelip gelmeyeceğini bile bilmiyorum. sen girdiğinden beri hayatıma yazamıyorum. çıkmıyor kelimeler. herkes bana bakıyor, ben açık deftere bakıyorum, yarım cümleler, sonu gelmeyen...

sevilmemeyi çok seviyorum belki de..

allah'ım seviyorum, yardımın gerekiyor güzelyalıdayım stop.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Dırdırella - Chapter 1- The Last Nightbender

8/05/2010 07:56:00 ÖS Posted by mistrafantastic , 1 comment
her gece zincirinden boşanıyor saat. savruluyor yele teslim yelkovan. kendini sokuyor akrep. havlıyor guguk kuşu, makamsız ve aglayarak. ordular yükseliyor toz koparan, üstüme yürüyor atlı yayan. kargı, kılıç, mızrak. el kol ve bacak... 

aniden geri çekiliyor savaş arabaları. duyulmaz oluyor tekerlek gıcırtıları. susuyor kulağımdaki ıslık. hangi vadide yankılanıyor şimdi beynimi yırtan çığlık? 
 
her gece savaş sabaha dek. her seher sükut geceye dek. sanma var bunda bir ahenk. sadece med cezir inadı, dolan boşalana denk. 

dırdırella ansızın boşlukta yankılanan hilti te 905 beton kırıcı.   

26 Temmuz 2010 Pazartesi

celladıma gülümserken

7/26/2010 06:16:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments
konuş dedin bana;

- dünya çirkin bir yer. i̇nsanlar ölüyor. bazıları açlık çekiyorlar ve bazıları aşağılık.
niçin bunları sana anlattığımı merak ediyorsundur şu anda. çünkü dünya senin düşündüğün kadar çirkin değil. verilen sevgilerde bir sorun yok, kalbinde bir sorun yok, ama yine de ilişkiler acı verici. gözündeki bandajları çıkarttığında her şey parlak ve ışıltılı olacak demiyorum. ama dünyada sevgiye benzeyen ama sevgi olmayan duygular, bu kalplerde işlenemiyor ne yazık ki. bazıları bunlarla mutlu olabiliyor, ama doğru şekilde değil. sevebiliyorsun ve acı çekebiliyorsun ama donuk ya da sisli, ya da renksiz oluyor tüm bunlar. pek bilmiyorum ben de aslında. tek bildiğim gerçek aşkın, ilişkilerin olduğu gibi yaşanmadığı. kendiniz gibi olmaya başladığınızda, her şeyin güzel olması gibi bir garanti veremiyorum. en azından hissettikleriniz gerçek olacak. olması gerektiği gibi olacak.

duruyoruz. öylece birbirimize bakıyoruz. senin ellerin titriyor, benim ağzım kurumuş. sen suçlusun. ben hatalıyım. sen aslında haklısın, ama ben seni seviyorum. 

22 Temmuz 2010 Perşembe

bir kadına aramızda kalsın diyerek gönül vermek

7/22/2010 01:06:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments


bir varken bir yok oldu, i̇şte dünyamızın işleri. - cahit külebi.

koşmuyorum. uyumuyorum. bu ikisinden birini yapmayalı ne kadar uzun zaman geçtiğini ayırdedemeyecek kadar yorulmuştum; uyumak ve koşmaktan. üşümemein nedeninin de durmasından olduğunu anlayamamıştım, üşüme hissi duyuşunu bile yadırgamıştım neden sonra. soğuk olmaya alışığım.
yavaşça, sadece gözlerimi oynatarak etrafımı incelemeye başladım. sürekli geldiğim yerdeydim. bir kadına bakakaldığını farkettim, yan masadan kalkan insanların çıkardığı gürültüden.

daha ilk defa gördüğü bir kadından hoşlanmış olamazdım. kafede bana bakan yoktu. tekrar o tarafa baktım. gerçekten güzeldi. o an aklıma gelen ilk şeyi yaptım. kalktım ve tam karşısındaki sandalyeye oturdum.

- senden hoşlanıyorum.
- abartıyorsun.
- senden hoşlanmanın neresini abartabilirim ki?
- olmaz.

arkamı döndüm ve gittim. verecek bir cevabı yoktu. sigara yaktım ve bir çay istedim. çay sıcak ve tatsızdı, iki belki üç saatlikti muhtemelen. zorlayarak bitirdim. geri döndüm, kitap okuyordu sessizce:

- aramızda kalsa...
- ne aramızda kalacak?
- senden hoşlandığım.
- olur. şimdi git...

bunda yalnız değildi tabi ki. camdan sokaklarda gezen insanları izledi. sokağın bir kenarında duran aç, yalnız, kimsesiz adamlar, kadınlar, sokakta annesi için bağıran çocuklar. sadece onlar aç değildi, zengin, pahalı kıyafetli güzel kadınlar ve yakışıklı erkeklerin gözlerinin içinde de açlık vardı. ama onlar yemek değil, arkadaş, aşk, sevgi arıyorlardı. o bulmuştu, aramızda kalsın diyerek bir kadına gönül vermişti. sürekli buraya gelirdi o akdın zaten. gene görüşeceklerdi mutlaka. hesabı ödeyip dışarı çıktı. arkasından bakan kadını farketmedi. arkasından konuştuklarını da duymadı:

- garip bi çocuktu ya.
- kim garip değilken çocuktu ki?
- diyosun.
- kim çocuk değilken garipti ki diyim o zaman?
- entelim benim, git bi çay söyle hadi. büyük laf etmeyi pek seviyor bu gençlik de.
- hadi canım sen de, solunda 2 olunca yaşının büyüdün sanıcak gören de.
- taze legal olan biri mi diyor bunu?

gülüşerek giden garip çocuğun ardından birer winston yaktılar. en azından mekan sahibi öyle dedi.