Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

4 Kasım 2012 Pazar

ey büt-i nev eda

11/04/2012 12:55:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments



yok abi yok. o kadını ikna edebileceğin bir cümle yok. emin ol yok, bakma o kadar kitaplara, okuma şiirleri, izleme o filmleri.

anasını sattığımın dünyasında bu sevme işleri kadar hasbel kader yürüyen, allah yüzüne bakmazsa olmayacak iş yok. uyusun diye dua ediyorum, ya başkasını düşünüyorsa uyanıkken diyorum. bilmesine rağmen süründürüyor beni. sonu da bu şarkı gibi oluyor, ekşimsi bir tat bırakan güzel bir tatlı. her şey şarkılardaki kadar güzel, dizilerdeki kadar keskin, kitaplardaki kadar sakin olmuyor. olmayınca da nefret ettiğin o sosyal hayatın içinde, saçma sapan kurallarla yaşarken buluyorsun kendini.

sen ne kadar açılırsan o kadar batıyor gibi hissediyorsun ya, attığın her adım onulmaz çukurlar açıyor ya kişiliğinde, durduramıyorsun kendini. ilgin olmadığında senden uzaklaşana yapabileceğin bir şey yok. bir şarkı yok mesela onu geri döndürecek, ya da bir söz yok onu sana inandıracak. olsa bile başkaları için geçerli sözler senin ağzında eğreti durur. farketmezsin.

böyle sevginin ızdırabı da çekilmiyor. sen böylesin işte, hemen çark ediyorsun diyor ya. kendini anlatamadığına mı yanacaksın, öfkene mi kızacaksın, sessizliğe mi gömüleceksin, sigara mı yakacaksın, sesini mi kıscaksın, bağırıp çağırıp sakinleşip geri adım mı atacaksın? ne yaparsan yap kendine kızıyorsun bre. yetmez ama evet seviyesinde süründürülen ilişki öldürür adamı. anlatmayacaksın kendini, açığını buldu mu basmaya acımıyor insanlar.

kitapsız bir yazarım ya, hep ondan oluyor bunlar. uzaktan sevin hacılar, böylesi daha makbul. en azından ilginiz sömürülmez, iliğiniz yerinde durur.

aranağmesine bir, yâr'ına iki.

14.08.2012 02:59

2 Eylül 2012 Pazar

beni harcayacaklar matmazel

9/02/2012 10:43:00 ÖS Posted by mistrafantastic 3 comments

Bugünün hızlı dünyasında, ne yazık ki tefekküre yer yok. Bir mahkûmun iyiye kullanabileceği bolca vakti oluyor. Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gideceği en iyi yer, üniversiteden sonra hapishanedir.
Malcolm X

başımı öne eğip yürümeye devam etmek en iyisi galiba. baharın onlar yüzünden geldiğini sanan insanlar var. geldi sonbahar kına yakın.

depresifliğimi mazur görün, yalnızlık başa vurunca böyle oluyor. yazdığım her şey beynimde birkaç hücreyi öldürüyor. bu işe başladığımda amacım hiçbir şey söylemeyen, insanları bağlamayan şık yazılar yazıp köşeme çekilmekti. olmadı. çünkü ellerimi değdiğim her şeye ciddiyet katmak babamdan geçen bir özellik. konu yine bana geldi.

kimse özgür değil. insanlar farkında değiller. devletin kuralına uyduğunda vatandaş olabiliyorsun [Demokrasi, duymak istediğinizi sandığınız şeyi size söylemelerinin ardından diktatörlerinizi seçmenizden ibarettir. - alan coren ], patronun fikirlerine uyduğunda gazetede köşen oluyor ve dahi en çok özgürlükten bahsedenler suistimalin tillahını yapıyorlar. alkışlar, fırtınalar koparken hashtaglerle adam kurtarma çabalarımız takdire şayan. "bakın susmadım ben!" demek için yazmak, tepki göstermek mantıksız. susan kadar akıllısını göremedik henüz. kendi kapısının önünü temizleye çalışan herkes, dönüp kendi evlerine bakmalılar biraz.

" Surat asmak hakkımız diyoruz ama bunu eleştiri hakkını elimizde tutabilmek için söylüyoruz." [ismet özel]

yüz dakikalık film çekip bir sene konuşuyoruz ama daim olan sevgimizin sürekliliği. [ müslüm baba tandansı yakaladım] "can sıkıntımızdan dolayı sevdiğimiz" şeylerden vazgeçip, yalnız olmayı alışkanlık haline getirmişiz. eskiden ağzına geleni söyleyen ve prim yapmaya çalışan adamlara mal/gerizekalı/ölü taklidi yapın şeklinde yaklaşılırken, şimdi en ufak hassasiyetlerinde el üstünde tutma gibi gureba davranışlar ortaya çıktı.

sürekli "tüm insanları seviyorum lan"la başlayıp, "hepiniz ölseniz gitseniz, tek başıma geberip gitsem ne olur"a geliyorum, sonra sigarayı bırakayım diyorum, annem alkış tutuyor, dayım yola çıkıyor, kaplumbağalarım bahçenin bir köşesinde güneşleniyor, dedemin evi yıkılıyor, halan aşırı derecede kilo alıyor, kardeşim depresyona giriyor, saksısı değiştirilen bitki bile tepki koyup ölüyor, on iki senelik kesintisiz eğitim geliyor, dünyanın bir yerlerinde fırtınalar kopuyor, tsunamler kıyılara vurmak için gün sayıyor, menteş murat yeni romanını yazıyor, mehmet ali birand "eee"lerine devam ediyor, profesyonel öğrencilik yolunda emin adımlarla ilerliyor, bir dişim çekiliyor, kimisi akbilinin boş olduğunu farkedip yüzünü buruşturuyor, che'nin çantasından yeni yeni kitaplar çıkıyor.

mektubuma son verirken, hasretle tüm yüzlerinizden öpüyorum.

2 Ağustos 2012 Perşembe

herşeyi geride bırakıp bilecike yerleşmek

8/02/2012 11:13:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment


konyalıydı ve herkes teravih kılıyordu.

rügarsız havada içilen çay harareti almak şöyle dursun, daha da hararetlendirir insanı. gereksiz yere heyecanlanır, daha da gereksiz yere hayaller kurarsın. kurduğun hayalleri gerçekleştirme gücün yoksa gülerler insanlar. yoksa seyyar satıcının plaza hayali bu kadar dalga konusu olmazdı. her hayalinin güzel olduğuna inanmak, siyasilere özgü bir kişilik bozukluğudur.

herşey geride bırakılmaz. başkalarının alışkanlıklarına ses etmeyecekleri yerlere gitmek istersin. problemlerini de beraberinde taşırsın, hiç bir şey değişmez. alışmadığın tepkiler, önyargılarını besler. trinidad&tobago'ya yerleşsen bile, yüzüne gülenin arkandan seni çekiştirdiğini düşünmek sana ait bir kalitesizliktir çünkü. kutuplardaki o ışıklı gökyüzü manyetizmanın eseridir, ama her yerde bunu söyleyemezsin. insanlar bilmediklerine bağlanıp, bildiklerine bahane üretirler.

herşeyi geride bırakmak, uzaklaşıp gitmek bir yerlere bağlı olmayan, ritimsiz insanlara mahsus bir şıklıktır. onların üzerinde güzel durur. durmadıkları için bırakıp giderler, gidecekleri günü düşünüp köşelerinde hülyalı bakmazlar. sen çaycının seni tanıdğı için şekersiz getirdiği çayın üzerine düşünmezsin. bunun üzerine düşünsen bile cebindeki para seni azami babanın evine götürür. başladığı yere geri dönmek sadece bumerangların cv'lerine gururla yazdığı bir şeydir.

sokaktan birini çevirip, "bayım, siz çok iyi bir insansınız." diyeceğim. dayak yemezsem haber ederim. ben alıştım sessizce kayıp giden insanlara. mideme taş oturtanlara müteşekkirim, azla yetinmeyi öğrettiler. bir başkası hayatı boyunca iyi olduğunu söyleyecek birini bekleyecek, kafası yukarda gezecek. bu hayal bana özgü bir iyimserliktir.
 
konyalıydı ve herkes teravih kııyordu.


31 Mayıs 2012 Perşembe

Edward Said'in Entelektüel'i

5/31/2012 10:06:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

Edward Said'in Entelektüel'i, sürgün, yabancı(çevresine ve insanlara), marjinal(çağına göre). Edward Said gibi sürekli gezen, çevresindekilere karşı duyarsız olmayan ve tutumlarını belli prensiplere göre almaya çalışmış bir insandan beklenen bir kitap.

Tamamı Said'in konsferanslarından ve panellerinden alınan yazılarda, oldukça farklı tanımlara göre çıkarsama yapılmış. Bunun yanında farklı coğrafyalardaki durumlara göre bu çıkarsamalar değerlendirilmiş, kitabın yazıldığı zamana göre güncel denilebilecek örneklerle tasdik edilmiş.

Said'in genel çerçevesini çizdiği enetelektüel tanımı ise şu çerçevede:

Sürgün: İnsanın doğal ortamından uzaklaşmadıkça ya da bu elinden alınmadıkça rahatlığını koruyacağını söylüyor. Entelektüel'in rahatsız olması gerektiğini ve bunun algıları açacağına inanan Said, İran devriminden sonra ülkesine dönen bir kaç aydının yaşadıklarıyla bu savını desteklemiş. Önceden İran'daki otoritenin yapyıklarına karşı iyi tutumlar sergileyen bu aydınlar, sürgünden dönünce otoritenin yaptıklarına daha göz yummaya başlamışlar.

Yabancı: Sürgün olan aydının yeni bulunduğu ortamda kendini yabancı hissetmesi ve tutumlarını buna göre oluşturması, öte yandan içinde bulunduğu ortamın otoritesini rahatlıkla sorgulayabilecek halde kalmasını sağlıyor Said'e göre.

Marjinal: Said'in marrjinal tanımı, daha ziyade sözünü çekinmeden söyleyebilen ve bunun geleneklere uygun olup olmamasını takmayan kişi çerçevesinde. Bu da entelektüel'imizin rahatsızlığı ve algılarının açık olması sayesinde yanlışları söyleyebilecek durumda olması manasına geliyor.

Entelektüel salt iyi ya da kötü değildir. Said iyi ve kötü algılarının milletten millete ve gelenekten geleneğe göre değiştiğini söylüyor. Bunun çağdan çağa dahi değişebildiğini aynı aydının faklı senelerde halktan ve otoriteden aldığı tepkileri önümüze sererek güçlendiriyor. Medyanın yönledirmesini ve otoritenin baskıcı tutumlarının da iyi ve kötü algısında değişiklik yaptığı göz önüne alınırsa Said bu noktada çok da haksız değil. O yüzden salt iyi ya da kötü olmak enelektüel'in amacı olamaz.

Said entelektüelin olayları dini veya tinsel olmayan şekilde değerlendirmesinin gerekliliğini vurguluyor. Bunun entelektüel'in bağımsızlığını ve obkeltifliğini etkileyebileceğini belirterek, önyargılardan arınarak olaylara bakılması gerektiğinden dem vuruyor. Keza milliyet konusundaki görüşleri de bunu destekler nitelikte: Sırf geldiği milleti yermemek adına gelenekte olan ya da oluşmuş yanlıştan bahsetmemek yanlıştır.

Politika entelektüelin uzak durması gereken alanlardan biridir. Halk içinden biri olan (aynı zamanda halk için yabancı, halka yabancı değil) entelektüel, halka karşı hükümetin ya da otoritenin yanında bulunmamalıdır. Entelektüel bağımlılılarından dolayı doğruyu belirtemeyecek durumda olduğunda vasfını ve geçerliliğini yitirmesi manasına gelir: O sadece iyi nutuk atabilen ve halkı yönlendiren biridir artık.

Entelektüel'in ne zaman entelektüel olduğu ya da kimin entelektüel sayılıp sayılmayacağı noktasında literatürde bulunan bir çok tanımı veren Said, kendi entelektüel tanımını kitabının başlığında da verdiği ve yukarıda da açıkladığımız tanımlar üzerine kuruyor. Çoğu yerde kendinden de örnek vermekten çekinmemiş. Bunun anlatımı güçlendirdiğini belirtmeden geçmeyelim.

Elbette tukardaki kavramların dolaylı olarak refere ettiği bir kaç kavramdan bahsetmek gerek. Bunlar entelektüelin uzmanlığı, kişiliği, yanılabilmesi ve zamanına ait insanlar olmaları gerektiğidir.

Kişi sadece kendi alanında uzmanlaşarak entelektüel olamaz. Farklı alanlardaki sorunları görmesi, aynı zamanda bunları dile getirmesi, bunların pratikte karşılığının hemen olup olmamasından önemlidir. Zira entelktüel belirttiği ya da gördüğü haksızlıkları dile getirerek bunların çözümü yolunda ilk adımı atmış sayılır. Hemen karşıklık bulması mümkün değildir, zira bu görüşler marjinal olabilir, otorite tarafından yasaklanmış olabilir, gelenekle uyuşmadığı için bir kenara atılabilir. Ama entelktüel tüm bunlara rağmen görüşünün arkasında durmaya devam etmeli ve gördüğü yanlışlık ortadan kalkıncaya kadar bunu sürdürmelidir.

Öte yandan entelektüel kendisinin yanlışlanamaz olduğuna inanmamalı, farklı görüşlere açık olmalı ve bunları değerlendirmesini bilmelidir. Her türlü bilginin güvenirliliği tartışmalıdır entelektüele göre, kendi çıkarsamaları da gözönüne aldığı postülalardan biri yanlış olduğunda yanlış olacaktır. Hatasında ısrarcı olmaması gerekir.

Entelektüel zamanın insanı olma özelliğini taşır: İçinde bulunduğu çağın sorunlarına çözümler üretir ve yeni ufuklar açar. Buradan entelektüelin kendisini takip eden çağda görüşlerinin tamamen yanlış olacağı sonucu çıkmamalıdır. Zira bulunan bir çözüm, o çözüm yanlışlanana ya da yanlış süreçlere neden oluncaya kadar kullanılır. Öte yandan entelektüelin kendisinden sonraki çağda hatırlanma gerekliliği yoktur. Zira Said'in yaptığı tanım da bunu gerektirmiyor.

Kitapta Edward Said'in kendisinden bahsettiği kısımlarda, bariz bir hayal kırıklığı ve sürgün hissini belli oluyor. Ama bunun kitabın objektifliğini etkilemediğini belirtmek gerek. Kendine verdiği referanslar konferanslarda gelebilecek soruların cevabı niteliğinde.

Kitabın beslendiği kaynaklardaki çeşitlilik, okuyucunun kitabın tek bir ağızdan veya yönden bahsetmediğini, olası tüm tanımların değerlendirmeye alındığını görmesi için.

Kitap verilen konferansların metinlerden oluştuğu için, okuyucu bölüm sonlarındaki sonuçlarla yetinmek durumunda. Kitap Said'in bahsettiği entelktüel'in üslubuyla yazılmış. Kendi fikrini empoze etmeyi değil, araştırmayı teşvik edici nitelikte bir çalışma. Nihayetinde entelektüelin fiziki ya da ölçülebilen niteliklerinden ziyade daha genel ama sınırları belli olan bir tanımla entelektüel'in bizatihi kendisini kendisine tanımasına ve duruşunu belirlemesine kolaylık sağlama amacı taşımakta. Bu aynı zamanda, kitabın yazım üslubundan ve duruluğundan dolayı, sokağa entelektüel'i tanıma fırsatı vermekte.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

0.6 ucu olan var mı?

5/30/2012 11:38:00 ÖS Posted by mistrafantastic 5 comments

babamın tez yazdığı masanın yanı başındaki sandalyede dizlerim üstünde yükselerek yazmasını incelerdim. o zamanlar bile meşhur olmayan 0.6 tombo uçları [mor renkli] ile tombo kalemini [çabuk bozulurlardı, allah affetsin] dolduruşunu, a4 ün dörtte biri boyutunda olan kağıtlardan yeni bir tanesini çekişini, annemin zamanı sekmeyen şekilde getirdiği sütlü kahveleri, sürekli kullandığı kitaplara yaptığı şeffaf kaplıkları, hemen hemen iki saatte bir düzenli olarak gözlüğünü silişini ve benden ve pencereden gelen sesslerden rahatsız olmayarak yazışını hatırlıyorum. soru sormazdım babama, o da çok nadiren bana seslenirdi bu çalışma saatlerinde.

babam o ufak kartonlardan kesip biçerek bana ve kardeşlerime at arabası sair türlü şeyler yapardı, diğer kardeşlerim onları sürekli oyanamaktan bozarken [bana o zamanlar bile babamın bir lüfuymuş gibi gelen] kitaplıktaki kendi köşeme koyardım onları. taşınırken annemin kendisinin o kadar gereksiz eşyasının yanında, benim bir poşette sakladığım ama kaybolan bu maketlerin akıbeti meçhul.

istanbuldan ev eşyamızdan daha fazla olan kitaplarımızı alıp van'a gittik daha sonra. sağı solu yıpranan kitapları tozunu alarak o beyaz kitaplığımıza yerleştirdik. artık kendime ait bir masamın olması nedeniyle kitaplıktaki o köşeden mahrum kalmıştım. annemin düzenli elişi saatlerindeki boşluğundan faydalanıp, babamın çekmecelerini binbir özenle ve dikkatle inceler, aynısını kendi masamda yapmaya çalışırdı. tabii ki babamın el oyması ahşap kalemliğini van'daki rus pazarında bulamamamın yarattığı hayal kırıklığı nedeniyel, kendime hiç yakıştıramadığım bir kalemlikle yoluma devam ettim.

akşam saatlerinde babam odasına çalışmaya çekildiğinde, televizyon izlemeyi anında kesip odama geçerdim. kitaplığımdan bir kitap çekip okumaya başlardım, babam gibi altını çizerek, ama neden ve niye olduğuna çok da dikkat etmeden. o zamanlar doğumgünlerinde hediye olarak gelen kitaplara olan sinirimi ise kendi kitaplığımın yamuk duruşunu düzeltmek için kitaplığın altına koyardım. elimde okunmamaış kitap kaldığında babamın kitaplığında bir yolculuğa çıkardım: anlamasam bile bir düzeni olduğuna inandığım bu kitaplıkta kendine özgü sırtlarıyla sürekli dikkatimi çeken kitaplar arasında. başında kendisini izlememden rahastsız olmayan babam ise [bu gezinmelerden rahatsız olsa gerek] yanıma gelip bir kaç kitabı eliyle bulmuş gibi çeker ve kitapların tanıtımı yaptıktan sonra odama çekilmemi beklerdi.

neden sonra babamın kitaplığındaki tüm kitapları okumadığını öğrenince hayal kırıklığı soslu bir duygu yaşamıştım adını koyamadığım. babam sürekli eve elinde kitaplarla gelirdi, sadece ben gelip kitapların ne ile alakalı olduklarına bakıp onları nereye koyacağıma dair direktiflerimi aldıktan sonra kitaplığa yerleştiridim onları. babam bu süreçte, a4 kağıdın altına yerleştirilmek suretiyle çizgisiz kağıda düzgün yazmamı sağlayan kağıtlardan sürekli tedarik etti bana. paragraf çizgisi ve kağıt boşluğu bile eş geçilmeden.

babamın değişmeyen el yazısı ve imzası, tombo kalemi ve karton kağıtlardan uzaklaşacağım, liseye başlacağımın ve evden uzaklaşacağımı ilk anladığım an, babamın ahşap kutularından birinden eski çakmaklarından birini ve bir kalemini aşırmıştım.

liseye gitmek için van'dan ayrılacaktım. bir önceki gün babam beni de yanına alıp kırtasiyecisine [her meslek erbabından mutlaka tuttuğu biri vardı.] götürdü. bir adet 0.6 tombo kaelm, bir kutu uç ve kendisininde kullandığı kalemlerden aldı bana. rus pazarından da el oyması güzel ahşap bir kalemlik aldı. sonra o kalemliğin yurttak işlevsizliği üzerine tüm aile bireylerinin oy çokluğuyla karar veriliğ, ilerde bir masam olduğunda almam kaidesiyle meçhul bir yere kaldırıldı.

evde sürekli olarak gerçekleştirdiğim rutinlerden biriydi, anlamsız bir şekilde yazmak. liseye gittiğim ilk gün etüd odası denilen yerde kaleme ucu yerleştirip, kağıdı önüme çektim. belki de hayatımda ilk defa önümde uzanan o kağıda hiç bir şey yazamadım.

eşyalı kiralanan odalar *

5/30/2012 12:24:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic 1 comment


gerçeği, yanlızca gerçeği söylemeyeceğime dair yemin ediyorum.

sorun acının yaşamı nasıl daralttığını anlamaktır. ölüler bu yüzden naziktir ve yarenlik edebilirler. ayrıca ölmüş olmak yaşamın gerçekle bağıntısı bakımından neredeyse bir avantaj oluşturur.

bir insan bulutları neden sever anlamadım bir türlü. aslında o neredeyse bir harabe, ama içinde hâlâ göktaşlarının yoğunluğuna ve onun geldiği toprağın gücüne dair sesler var. açıyı biraz değiştirirsek, yaşamın kendisi demek olan adaletsizliğin kefareti. o sonsuz değil, ona bağlı olan hiç bir şey de sonsuz değil aslında. dünyada üretilen, sonsuza dek sürecek hiç bir şeyin olmaması sonsuzdur. heved.

sesi içimde kapalı bi' şarteli kaldırdı. bunu ona anlatsam anlayamaz, karşıtlar birdir, doğru ve yanlış hariç. ölümlü kendisini ötekinin figürüne yansıtarak kendisinin bilincine varır. insan, bir şey olmadan önce bir sorundur. söz konusu sevgi ise keşfedilebilecek tek şey çıktığımız kıyı, geldiğimiz kıyının aynı olması durumudur. tanımlar bitti.

yeniden doğuşlarımıza bir sınır koymamız gerek. her yeni kişiyle yeni birisi olmuyoruz.yapmamız gereken bunların yinelenmesinden sıtkımız sıyrılmadan, yakayı, paçayı - artık elimizde ne kaldıysa - kurtarmak. nihayette, kendimizin bir daha doğmayacacağımıza emin olmamız gerek.

"ona uygun kara kaplı bir kitap bakıyorum." soruyu tamamen görmezden gelen shopenhauvervari kahraman bana şöyle demişti: "neden insanlar, sanki özgürleri söz konusuymuş gibi kölelikleri için savaşırlar? çağınız, sistematik olarak uğranan hayalkırıklarınıza dair bir başyapıt. mutluluk kişisel bir sorun olmaktan çıktı. her şeyi kenara bırakıp, insanlar aynı hatalara düşmesinler diye kütüphanelerinizi yakmanız gerek. parıltılı ama eğreti bir başlangıç yapabilirsiniz belki." kitabı bulup bana verdi, tam bir yalnızlık içinde geçen yaşamından sonra alkışlar tezahüratlar içinde öldü.

20 Mayıs 2012 Pazar

pazar mesaisi

5/20/2012 04:39:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

bir alıntı:

"çağın gürültüsünden Allah'a sığınırım."
- cengizhan konuş.

bir görsel:

dream noise, dholl, deviantart.

bir blog:

blaog.org: http://blaog.org/
bir şiir:

Öldüğüm gün taşınırken tabutum
Acı duyacağımı sanma bu dünyanın ardından.
Ağlayarak, yazık oldu, diye konuşma
Yok oluyorlar mı batınca güneş ve ay
Ölüm sandığın şey aslında doğuştur
Zindan gibi görünür mezar
Oysa ruh, özgürlüğe kavuşur
Hangi tohum büyümez ekilince toprağa
İnsan tohumundan şüphen mi var yoksa?

meşa selimoviç.





bir şarkı: U N K L E ft Moby - God Moving Over The Face Of The Waters


18 Mayıs 2012 Cuma

meşru kurgular

5/18/2012 12:09:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments

"özleyerek çok vakit kaybediyoruz, kavuşmamız lazım."

iyi ya da kötü diye bir şey yoktur. güç vardır. elde edilir. aynı zamanda iyilik ve kötülük birbiri ile çelişmez. düalite bütünü anlama yollarından biridir.

kendine hiç varolmamış gibi davranabilir misin? her erkek, hayatının belli bir döneminde baba katili olmayı meşrulaştırır. japon ritmiyle kurdeşen döktürmek gerek.

daire dört köşesi olmadığı için bir dairedir. onu kareye dönüştürebilirsin. ama daire kendiliğini yitirir. o yüzden kendini değiştirmeye çalışmadan önce iki kere düşün. kendin kendi koyduğun kurallara tabii değilsindir. onlar dışardakilerin "sen"inle alakalı "şey"lerde uyması gereken kurallardır. başkasının manastırına kendi kurallarınızla giremezsiniz.

bazı insanlar var hayatımda, bir türlü atamadığım kalemler gibi. bilinçaltının ahırlarını temizlemek gerek. o kadar çok hayvan var ki içerde, o kadar çok lüzumsuz düşünce ve ekstra. yalnızca düşünülebilir olanın gerçekliği yoktur. o yüzden temizleyip gitmek gerek. her şey bir yana, hayal görmeyi bırakalım, asla gözümüzün gördüğünün ötesini göremeyiz.

sadece bir tavır olarak emin gözüküyoruz. o yüzden yazınsal hümanizmden muzdaribiz. hümanizm bizi öldürüyor, hastayı kaybediyoruz bebeğim.

8 Mayıs 2012 Salı

çay kaşığı gümüş eğrisi bir ölüm alameti gibi çarpık yansıması

5/08/2012 11:26:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment

murat abi buradaydı.

kafiyeden uzaklara kaçtım
yetmedi cümleleri devirmedim
yalan yok
herşeye izin verilmiş.

kenara çiziktirirsin bazen
yarım kalır
her şeye rağmen her şey için
akşam olduğunda eve dönmelerim
dizlerimde çim izleri.

karşının insanıyım ben
üstüme düşmeyin bu kadar
birer birer gelin
rollerinizi paylaştırırım ben
akınızı karanızı ayırıp.

beş adam görüyorum
eli alnında
yüzü yerde
gözlerini kapatmış
ayaklarını izliyor
üzerinde iki paçavra.

- kalemi kırıp okula gittim bugün.

11 Nisan 2012 Çarşamba

"yazdığım senaryolar anlatsın seni."

4/11/2012 02:59:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment
delilik alameti diyorlar. susuyorum. korktuğumdan değil, gripin ağrılarımı geçiriyor çünkü. trenleri seviyorum, onlar beni okula götürüyor. annemin dizlerinde sallanmadığımdan beri kötü rüyalar görüyorum.
sormayın bana diyorum, ben senaryo yazmıyorum. her şeyin daha iyi olduğu bir yere gitmek istiyorum. en iyi olduğu yere değil. her şeyin biraz daha iyi olmasına ihtiyacım var sadece. annelerin babaların değil, eriklerin martta olgunlaşması gibi. çocukların öğretmelerini biraz sevdikleri ve ders sürelerinin yarım saati aşmadığı.

okulu bırakıp yurtdışına kaçasım var. bu plan da tutmazsa tüm ansiklopedileri yakıp güneşe çıkmak istiyorum. bilgi olmadığı zaman daha mutlu insanlar, farkında değiller. bugün çarşamba. pencereden görünenler ilgimi çekmiyor. kör testerler var. ağaları kesiyorlarlar. onlardan kağıt oluyor, senaryo yazılıyor, o senaryolar seni anlatamıyor. kağıtları yakınca ağaçları da yakmış sayılıyoruz, senaryolar film karelerine hapsoluyorlar. 

kafamı yere eğiyorum sanki altımdaki levhaların hareket edişini görebilecekmişim gibi. her şey birbiri üzerine biniyor, dağlar oluşuyor.  öğrenciliğim uzun süren bir hastalık. geçmiyor. duruyorum. dünyam benim dışımdan dönüyor, sürekli bir tutamak arıyorum. bulamayınca düşüyorum. kendim kendimi farkediyorum, babamı hatırlıyorum.

diyorum ki babama, "oğul olmak nasıl bir duygu?", "baba olduğunda anlarsın" diyor ve telefon kesiliyor. hayallerde bile kapsama alanı var. yüz yüze gelmediğimiz için şanslıyız. yoksa nice olurdu halim? babalar ve rencide ruhlar.

kussam rahatlayacağım.

6 Nisan 2012 Cuma

kendi içine düşenler ansiklopedisi.

4/06/2012 11:58:00 ÖS Posted by mistrafantastic 2 comments
bir kitaba roman demeniz sadece sizi bağlar. onun nasıl okunacağına siz karar vermezsiniz. belki bazı türlere yakın olabilir, ama o türün tüm özelliklerini taşımaz. bu "selman bayer kitabı"nın en güzel özelliklerinden biri. nasıl okuyacağınıza göre değişiyor çehresi.

öncelikle Hayâli çok güzel anlatmış, nerede duracağını güzelce seçmiş ve tüm manzarayı önümüze koymuş. tüm susuzluklarından, yüm beklentilerden, tüm boşa çıkan umutlardan ve kendi içindeki tüm kavgalardan bahsetmiş. öyle de olmalı, ne kadar severseniz sevin tüm hayatınız bir kişi olmaz, hele bu çağda.

açılış sahneleri ve kapanış sahneleri hiç tutmaz zaten, babalar oğullarına eziyet edeler ve geceleri uyumamak gösterebileceğiniz ilk başkaldırı olur, sonra sessiz sakin içten büyür içinizdekiler. bir noktada patlarsınız, hemen ardından bir şüpheye düşersiniz, sonra devam edersiniz. daha ilk kendi başınıza yaptığınız işte geri dönmek olmaz diye. sonra kendi kendinizi yıpratmamak için yaptıklarınız, dönemeyişleriniz sizi yıpratır.

sonra selman abi, sessizlikten bahsetmiş. susmanın güzelliğinden. insan düşünmemek bile istiyor ya, ondan da bahsetmiş. irili ufaklı aldığımız bir sürü karardan, bunların durumundan, hayatı kaçırmaktan ve korkusundan, değişim korkusundan bahsetmiş. bir tırtılken gördüğü dünyayı, peteğe girip çıktıktan sonra uçamayı bilen genç bir arı ne kadar dünyayı tanıyorsa o kadar tanırmışız hayatı, belli bir dönemimizde. sonra uçmaya alıştıkça bulaşırmış işler tepemize: çalışmak, sorumluluk, insanlar, -mış gibi yapmalar ve daha nicesi. buz dağının görünmeyen kısmında hep iyi cevaplar saklarmışız biz.

bir kapıyı kapattığınızda arkasındaki her şeyi, gittiğinizde de geride kalan mahallenin hepsini geride bırakırsınız ya, ondan herkes çocukluğuna dönmek ister. orada kalan iyi şeyler için. iyiden çok kötüler vardır: bize tutamaklıktan çok ayakbağı olan insanları geride bırakıp her şeye yeniden başlamaya yorgundur insan. ondan dönemeyiz, gidemeyiz hemen karar alıp.

her apartman dairesi gibi, her kitabında yönü vardır. bu kitap müstakil bir ev ama sanki kuzeyinin önü yola baktığı için daha çok kullanılmış. sıcak yanları da eksik edilmemiş.

selman abi, ilk romanında kendi önünü açmış aslında. hesaplarının kapatabildiğini kapatmış, kapatamadığıyla da kendi hesaplaşacak anlaşılan. istediği kadar otobiyografik olsun, tüm kitabın tefsiri bana kalırsa "asr'a and olsun ki insan hüsrandadır."

ki aslında içinde emirsultan camii geçen bir kitap bu. mahalleden, ailede geri planda kalmış insanlardan, öğretmenlerden, babalardan, pederzedelerden, oğulzedelerden, mesneviden bahis açan, açtığı bahsi kapatan. kitap kahramanı olmayı, kendi hayatının başrolüne tercih etmemiş bir insanın hikayesi.

okumak güzel bir emirdir. uymak gerek. ben üç kere uydum bu kitap için. allah kabul etsin.

5 Nisan 2012 Perşembe

b.f.b.g.f.s.b.s.h.d.d.

4/05/2012 12:18:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic 1 comment


bir felaketten bahseder gibi fısıldayarak söylediğim "ben" in sen hakkındaki düşüncelerine dair;

köprüden şarampole yuvalanmak gibi suyla temasın temizlenmekten başka manalara geldiği, sakin ve usulca bana sokulan binlerce su damlasının son nefesimi dahi almaya vakit bulamadan vücudumun her tarafını yıkarken kulağımın içindeki ıslık sesi kadar yorgun. hiçbir şeye vakit bulamadan ilerlemek; en ufak hareketimde dibe batacağımı rahat olduğumda yüzeye çıkıp ciğerlerini yakan havayı soluyarak şükretmek gibi. bulutsuz.

daha iyisini istemiyorum. daha uzun cümleler kuruyorum. ben, keyfim, kahyası, dahi anlamına gelip ayrı yazılmayan de'ler ve dâhi ahali bendeki bu hâli nicedir merak etmekteler.

meraka mahal olmadığını ve halimizden memnun olduğumuzu ne kadar anlatmaya çalışsak da getirip iki tane kocaman gözü gözlerimin hizasına koydular. hafakanlar bastı, harfler uçuştu, banliyöler vaktinde geldi, belediyeler çalıştı ve karnımın üzerindeki aslan hareketlendi sonra.

subwooferlarıyla mutlu olan zenci kardeşler gibi, misketlerini sayan çocuk gibi, camiye giden dedem gibi, kahvaltıda gizlice önüme balı koyan ananem gibi, kitap okuduğumu okuduğu kitabın arkasında milisaniyeler süresince görüp belli belirsiz gülümseyen babam gibi sessiz bir mutluluk benimkisi. müzik sadece arkaplan sesi, odaklanmama yarıyor. zaten ben zeki görünen adamdan bekleneceği gibi yapmayıp, kendimden değil senden bahsediyorum. zeki olup olmamam konu sışı, keza seninki de. şu gökyüzü altında kandırılan binlerce kişinin birbirlerine söyledikleri yalanları söylemeyeceğim sana.


hani şu beş karış, dört kilo balla yenmeyecek hale gelen suratlarıyla git konuş abi diyenlere aldanmadan daha çok şeyi söylemek istiyorum senin hakkında. ama sessiz harflerimin çoğu bana kalsın, anneler çocuklarının üstünü örtsün, babalar ilk erkek çocuklarını anlasın ve ben sana bir şey söylemeden aklımdan geçenleri oku da ben bu yazıyı yazmayayım, bir şiiri güzel yazayım yada bir son gibi duygulardan arınmış sen anlatayım.

mevladan leylaya geleyim, tekrar mevlaya döneyim ve bu döngü sürsün istiyorum. yoksa her okuduğum kitaptan yüzümü kaldırdığımda bu yazıyı yazarken düşünmezdim kendimi.

2 Nisan 2012 Pazartesi

doğaçlama iç döküntüsü #2

4/02/2012 04:28:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment
 

"bir başarı hikayesi olarak ben" dediğime dair;

varsın egoist desinler demiyorum. demeyin. ben buralara gelinceye kadar neler çektim siz biliyor musnuz? benim yaşadıklarımı kim yaşadı?

siz ışığı ilk gördüğünüde kıçınıza şaplak yiyerek atıldınız bu dünyaya, ben ise bir tüpün içinde nefes almaya çalıştım, sizin çıplak ayaklarla koştuğunuz sokaklarda ben tabanlarım sızlayarak yürüdüm, sizin mahalle maçlarında kafa attığınız toplara ancak gözlüğümün arkasından baktım, akşam ezanından sonra fink atarken siz, ben evde kıçımı eskitmekle meşguldum.siz her elini tuttuğunuz, gözlerine hasbelkader denk geldiniz kıza aşık olup, sabahlara kadar uyuyamazken ben bir diş ameliyatı korkusuyla, diş perisini dahi rüyalarımdan kovuyordum.

gözlüklerimin arkasından baktığım dünyaya dair;

herkes çok konuşuyor, çok seviyor, çok özlüyor, çok yaşıyor, çok ölüyor, çok çalışıyor, çok isyan ediyor, çok boyun eğiyor, çok aşık oluyor, çok geziyor.

gözlüklerim kirli olduğunda daha çekilebilir oluyor dünya. en azından göremediğim iğrençlikleri önceden gördüğüm güzel şeylerle değiştiriyorum. bir dilenciyi bir bebekle, bir saati bir kitapla değiştiriyorum ve hızla uzaklaşıyorum oradan. herkes kirli gözkyüzünün arkadasında göremediği yıldızlar olduğuna inanır ve güzel düşüncelerin çoğu bize çocukluğumuzdan kalmadır.

zaten gözlüklerin önünden bakılmaz. acısından önünü görebilen kimse yok, körlemesine dünya.

31 Mart 2012 Cumartesi

doğaçlama iç döküntüsü #1 [*]

3/31/2012 11:15:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic 1 comment


 cümlelerin altını çizerek kitap okuma hasletine dair:

kitabın ne için okunduğuyla, kitabın sizin için statüsüne, özel ayrıcalıkları olan kitaplara göre değişir alt çizme durumu. çoğu kişide fabrika ayarı ön çıkışlı olarak kitabın sağını solunu çizerek okuma özelliği gelir. bazıları bunu sonradan geliştirir.

altı çizilen satırlar kitabın önemli olup olmamasıyla alakalı değildir. özellikle fiziksel durumu korunmak istenen kitaplar ne kadar önemli olursa olsun altı çizilmeden okunur. arkadaştan alınan kitaplar da yine bu statüye girerler.

kimi kişiler ise paranoyak davranır, kitaptaki bazı cümlelerin altını kendi kişiliğini ele verir diye çizmezler. öte yandan o cümleyi kaybetmemek için sayfanın altına ya da üstüne rastgale gibi gözüken çizikler atarlar. bu tür bir araştırmaya konu oldukları için parannoyak olmaları normal aslında. insan, saklanmaya ve kendine özel alanını geniş tutmaya meyillidir. tersi mümkün değildir.

 alınmamış tüm haklı intikamlara dair: [**]

insan karşısındakinden o bir şeyleri söylemeden anlamasını bekler. önemli işi varsa sorumlulukları bir süre ertelemek, rahatsız edilemmek, yalnız hissettiğinde bunu hemen anlayıp dışarı çıkılmasını teklif etmek, sürekli desteklenmek, sabahın köründe işi düştüğünde terslenmemek ve onun için yaptıklarının bir şekilde etkisinin olması: minnet değil de, aradaki dostluğun güçlenmesi gibi, belli belirsiz.

sözlü olmayan varlığı su götürmez bir gerçeklikle bezenmiş akitlere bağlılık. işte bu akitler hayatın akışını ve insanın kişiliğini belirler. ne kadar çok akide bağlıysan o kadar düzenli ve stresli olursun, akitleri ne kadar göz ardı eder ve normal dışına çıkarsan rahat hissedersin, düşman kazanırsın. insan etrafında kendisinden güçlü kişi olsun istemez. ona bağlı olduğunu ama onun kendisine bağlı olmadığını hissetmek insanın makamını simgeler. makamının düşük olduğu yerlerde bulunan insanlar, yere bakar, parke sayar, desen okur.

makam olarak sizden altta bulunanlarla bulunma ve makam olarak sizden üstte bulunanlarla bulunduğunuz her iki durumda da insanın insan olmasından ileri gelen farklılıklar vardır.akitlerin yerine gelmemesi durumunda kin veya nefret yerine hayal kırıklığı oluşur. yeterince hayal kırıklığına uğramış bir insan her şeyi yapabilir.

bir süre sonra insan hayal kırıklarına takılmak yerine kendisi daha daha çok hayali parçalayarak makamını artırır, kendi hayallerini değiştirerek. tüm bunlar olurken insan her hayali için savaşmaz ama her hayali için bir intikam besler.

hiçkimse normal değildir ve herkes normaldir.

Allah'ım sonunda yürüyebiliyorum!

not: bu yazı yazılırken hiç bir hayvana zarar verilmemiştir.

*   : başlık için n.narda'ya teşekkür ve saygılarımı iletiyorum.
** : Selman Bayer.

10 Mart 2012 Cumartesi

bana inanma

3/10/2012 12:58:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic 2 comments
kendi yel değirmenimi kendim vurabilirim pekala. senin lütfuna ihtiyacım yok.

bazen dünyayı dörde yarmak istiyorum. sonra tekrar birleştirmek ve ek yerlerine merhem sürmek. insanlarda sürekli yaptığım bir şey. sonra kendilerini kendilerine aynen teslim ediyorum üstüne arkadaşları oluyorum ne güzel. insanların çoğu hata olmayan hatalarının farkında. çoğu hatalarını inkar ede ede daha tiraj getiren hatalara geçmiş durumdalar. sonra kendileri de bu reklam politikasına inanmışlar. canlarım benim. ne istiyorlarsa önlerine atıp işime bakıyorum.

şüphesiz ellerim kötü değil. ellerim iyi de değil. ellerimin bir özelliği yok. tabii bundan bir yazı çıkarmayacaksam. yoksa sigara boşluğu mu kalır bu parmaklarda, yoksa üzerindeki soba yanığı izleri mi, insanlarla toklaştığımda hissettiklerim mi kalır, bilemezsiniz. sizi öyle bir kandırım ki ellerimden tutup ölüme gidersiniz, mutlu olursunuz.

mesela senin ekstra bir özelliğin yok. ellerin normal gözlerin kahverengi. saçlarından bana ne? gözlerin toprağa benziyor derim, topraktan bahsederim, yolalrdan bahsederim, gözlerini dünyanın en tepesine taşırım, ondan dünyaya baktığı söylerim ellerinden tuttuğumda. o kadar çok yalan söylerim ki sana caz'dan hoşlanmaya başlarsın. sonra ellerini dikenlere batırır, kaktüslerle dolu bir labirentte bırakırım seni. o zaman anlarsın insan ne demek, görmek ne demek, o ellerle hissetmek ne demek.

hani sen diyorsun ya en kötü barış savaştan daha iyidir diye. sana öyle barışlar gösteririm ki, şizofren halklar yaratan. sana hayali bombaların altında düğün nasıl yapılır gösteririm, ayakta tedavi ne demek, savaş ne demek, akıllı bomba ne demek. insansız uçaklar gösteririm sana, barışı koruyan, sürekli alınan dolu bekleyen silahlarla korunan barışı gösteririrm sana. edebiyat yaparım sana, sınırdaki çiçekleri gösterip kandırırım seni.

sen normalsin. normal olmak suç değil. normal olmak normal. anormal olmak sana reklamlarda gösterildiği gibi değil. sabah uyanıp kendini böcek şeklinde bulmadıysan bana yalnızlıktan bahsetme.

kapıyı sessizce kapat, uyumaya çalışıyorum burada.



2 Mart 2012 Cuma

deli tekerlemeler

3/02/2012 11:24:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments


aklın peşinden yeterince giderseniz, daima akılla çelişen sonuçlara vardığını görürsünüz.
samuel butler.
suçlu biri olmak istemiyorum bu eğlence ve oyun gibi onları oynamaya devam sadece söylüyorum sonra tekrar düşünün biz bir ve aynı gibiydi doğru yolda ama yanlış trendeydim tıpkı bunun gibi şimdi acı bir yüz var şeytanın oynayacak taze bir yeri var labirent gibi beyninde yağmurdan asla kaçamazsın lanet olası her gün hep aynı gri gölge hey bende bir plan biraz var kullanılan kullanılır kullanılabilir benim durduğum yerde kavram var bu kavramın elleri dışarı doğru kaymış ben bile kim olduğumu ben bile ben olmak istiyorum ben söylerim sen dinle ne var belki ben özgür olmak için yapmak zorundayım ne yapmalıyım h ne olur göreceğiz ama denek değilim benim başıma değil sanırım biz geldik burada olduğuna sen istenmiyorsan o zaman bana inanmak zorunda değilsin gittiğinde ama olmaz sadece bunu biliyorsun o ben sadece benim sanıyordum gördüğüm acıyı anlayabilecek birileri ama kazara bana kanıtladın eğer sonunda kendini imha edeceksen şimdi yap ben yaptığım hatayı düşünmek zarar vermez  dayanmayacak düşündüğümden çok daha kötü çünkü ben sana değil bir şey olmanı diledim şimdi bu suçluluk gerçekten var sana geri döndü utanç içinde uzaklaştım elinde kalan tek şey acı bir anı yere bakıyorum bu yüzden hiçbir şey mantıklı etrafta başka kimse olduğunda kafamda sesini duymak söyleyecek neyin var belki ben özgür olmak için yapmak zorunda ne yapmalıyım h ne olur göreceğiz bize karşı bunların hikayesi kazanmak veya kaybetmek üzerine başkasının ayakkabıları ayaklarımı zorluyor onların şekilde yaşamak orası olduğunu yapıyor ret edildi ne tamam değil bu dünyada herkesde bir çip var bunların boynunun her iki tarafında hiç saygı var bir saniye kadar bekleyin basınç çok fazla, çok ahmak var hissediyorum çok fazla kilo bayanlar ve baylar bağırarak lütfen sadece onlar öyle tuzağa çekiliyor hissediyorum başkasının rüyasında aslında onların bazı solmuş düzeni dolu başarıları var fırsat da cevapsız onların on altı atı vardı geri alınan zaman yapmak istediğinizin tüm bu olması basmaları ve yapmak istiyorsun hepsini geri demekse birileri olacak herkes söylüyorum benim için yapma birisi olacaksın bana herkes için hiç şansı yoktu seslileri olacak seni zaman (bu gibi) geldi söylüyorum ediyorum olacaksın belki sonunda işim bittiğinde onu alırsınız  hayal uyumuyorum dayanıklılık oluşturmak için uyku fotoğraf makinenizi alın bu yolculuk başlamak üzere otur içinde zoka buna tekrar diyelim eğer değersizsen değersiz olduğunu söylüyorum onlar gitti sen delisin kendinize bodrum bütün gün ya kendini benim deli tekerlemeler zenginliği için sonra zihinsel apranax girdi ben kalp çıkmamak bildiklerini tekrar ediyorum bak göğsümde bir beyin gibi konularda hissettim gittikçe nerede benim koltuğun altındaki kitaplarım masamın üzerinde bıraktığım bir kitap öğretmenim sayın çetin gibi tüm bu bilgi ile sen üniversiteye gitmek için çalışıyorsun  avukat ya da doktor olmak daha ziyade okullar şiddet tesbih benim için çalışıyor sizin için işe yaramayabilir hayır ödev yapacak işlerim var belki sonunda işim bittiğinde onu alırsınız.

21 Şubat 2012 Salı

sıfır yerçekimi

2/21/2012 12:53:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments


sensiz harcanan her vakur gündoğumunu hor gördüm
güneşte kızarmış gökyüzü pembe et gibi soyulmakta
söylemeliyim benim gözler kan çanağına döndü
yağmur yağar, güneş açar, okula giderim
geleceğim daha parlak olacakmış.

ama bu, denemem gerekir anlamına gelmez
ay yeterince yıldızları seviyor çünkü
günde en az bir kez onlarla.
yağmur bulutları
henüz sürülmüş tarlanın kenarındaki yol
dün ve yarını hatırlatıyor içine
ağlıyordun neden zaman diye sordum
ve "Bugün sonsuza kadar sürmeyecek." dedin.

yıkadı duvarlarımı içeriden
başka seçeneği yoktu;
bir duygu dolu kavanoz dondurulmuş
sadece yeterli yüzüm yoktu
gülüşünü, o çalışır şekilde
ödeme gününe kadar tekrar görmek için.

19 Şubat 2012 Pazar

en bi güzel bloglar #2

2/19/2012 09:50:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments


efendim bir edebiyat dışı giriyle daha karşı karşıyasınız. aslında bunları hiç yazmamayı düşünüyorum ama sürekli okuduğum kişiler az okununca(çok az hemde) ben de kendimce bunu bir misyon edindim.

arkadaşım derdiniz ne? neden okumuyorsunuz? okusanıza?! bir zamanlar fakir ama gurulu bir genç vardı diyemeyeceksiniz, başınızı kaldıracak vaktiniz olmayacak çünkü. (ağır gelmiş olabilirim.)

neyse gelelim listeye:

cihat duman'ın kişisel blogu. "ya da piman değilim". şiirlerle ve edebiyatla alakalı yazıları paylaşıyor bu blogda. şuradan ulaşıyoruz: http://cihatduman.blogspot.com/

rahmetli faruk yücelin de vakti zamanında yazdığı "yazıhane", şimdi biraz eksik ama yine de ferah tasarımı ve güzel yazılarıyla okunmaya değer bir yer: http://www.yazihane.org

süreksiz ama hakikati belli bir blog, ortaikiterk'in blogu, okuyun, okutturun: http://ortaikiterk.wordpress.com/

kişisel olarak tanışmadığım, sanal alem üzerinde yeni yeni takip ettiğim hüseyinous'un gündem ve farklı konular üzerine analizlerini paylaştığı blogu: http://huseyinous.com/

elif nihan akbaş'ın yayınını dersaadetten yaptığı, (h)içlenmelerini topladığı blogu: http://enaryo.blogspot.com/

mgeyik'in(biraz ayıp oldu la adama) photo blogu. retro efektler filmlerden güzel anektodlarla karşılaşmanız olası: http://mgeyik.tumblr.com/

sayın ufunet abimin gündem üzerine analizlerini paylaştığı hâlâ prenzentabl başlık bulamaması türkiyenin bir ayıbı olan blogu: http://ufunet.blogspot.com/

sevdiğim arkadaşların kurduğu, sinema üzerine analizlerin paylaşıldığı blog: http://www.sinemazingo.com/

4 Şubat 2012 Cumartesi

an çeşitlemeleri #4

2/04/2012 11:34:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment

“Yoruldum ey tanrım, yoruldum ve tükendim. Gerçekten ben insanların en cahiliyim. Bende insan aklı yok. Bilgeliği öğrenmedim. Kutsal olan’a ilişkin bilgiden de yoksunum.”
Eski ahit / süleyman’ın özdeyişleri / 30, bâb.


bir süre sonra rutinleşir her şey. sürekli yaptıklarınız, elinden tutup büyüttüğünüz her şey popüler olmaya başlar. o popüler oldukça siz ondan uzaklaşırsınız. popüler olan bir süre sonra bozulmaya başlar. farkedersiniz. uzaklaşırsınız. ondan eski tadı almadığınızı farkedersiniz, yeni bir alışkanlığın elinden tutarsınız. insanların ve dahi kendinizin değişmediğini anladığınız anlar vardır.

her sene hemen hemen aynı vakitte özlediğiniz kişiler vardır. aramazsanız geçer. ararsanız ona ihityacınız varmış gibi hissedersiniz, bir süre bağlanır sonra sıkılırsınız. birisini neden yanınızda tutmayıp, uzaklaştırdığınızı anladığınız anlar vardır.

size zarar verenlerden uzaklaşırsınız. davranışlarının sorgulanması kimsenin hoşuna gitmez. insanlar rüyalarını sever. rüyalarında kimse sizi sorgulamaz. rüyanızda sorgulayan da sorgulanan da sizsinizdir. uyanmak istediğinizde uyanırsınız. yaşamın bir rüya olup olmasını istediğiniz anlar vardır.

daha fazla sıcaklığı istediğiniz zaman güneş sizi boğar, daha soğuğu istediğiniz zaman dizlerinizin altını hissetmezsiniz. ikindi güneşi vardır. ne sizi ısıtır, ne de üşütür. olması gerektiği gibi hissedersiniz. insanın üzerinde ikindi güneşi etkisi yapan anlar vardır.

"geceleri yazmasam daha neşeli olabilirdik hepimiz."

31 Ocak 2012 Salı

argumentum ad populum*

1/31/2012 10:46:00 ÖS Posted by mistrafantastic 4 comments

"siz bir cinayete sohbet süsü veriyorsunuz ya ondan bahsediyorum."

I. Bonitas non est pessimis esse meliorem

alsancak kıyılarında fırtına,
yılın bu zamanında gece ince
karanlık koyu anksiyete
karanlık, salamura gökyüzü aşağı sürüklenen
kabuğu, katmanları ıslık çalarak haşlanıyor
her nasılsa yanardöner.

oysa anlar çalmaktadır, zaman aşımı, sesi ince
olduğunda kırık hava usulca içine ulaşır
atomlar arasındaki boşluklarda
zaman sesi süründü gece yarısı arasında
bundan sonra biraz boşluk
kayan çarkları tik tak tak
tekrar ve hareket etmiyor.
hava, donuk ses ile dolu
Her tak ile tekrar, tekrar ve tekrar
insanı kitabın arasına koyup kurutuyorlar.

II. A bene placito.

güve pencerede sessiz bir hayalet, ancak
rüzgar, bıçak ve sebat vardır.
ince. İnce, yüksek perdeli bir ses,
oldukça kaldırma asla. Rengi
mavi-gri şeyl rüzgarının rengi, morarmış.
Bu dünyanın başka bir yerine yakınsamış eğrisi
hakkında yaşamları, ışık ve sıcaklık, sesini yükseltmeye,
arama, barış çağrısı, başka bir arama
(son kez) akşam yemeği hazır. Ederken,
burada, biz örnekleri gece yarısı arasında düzenlenen
düzenlilik üzerine ağırca düşünce
(şanslı iseniz) bıçak ucu keskin bir rüzgar boyunca uyur.

III. Mors Certa, vita Incerta

Yirmi iki dakika yeni yıl içine,
keskin ve taze her dakika, her dakika
cadde üzerinden iterek insanları,
yalnız ve küçücük ve küçük bir umut.
havai fişeklerle bir tür savaş yürütmek
her pencere ayrı orkestra.
kendi güzellik patlamaları dışındaki yere
yaşam işareti, kıvılcım, yangın, bir vaftiz
yeni, küçük bir dakika geçer.
sırtım savaşa döndü ve her umut
ritim, çocukların uykusunda başlar
aksak, dağınık cümleler mırıldanıyorum.

sonra, sessizlik. sonra boş zaman
yeni yaşa nefes aldıran
sessizlik dışında keskin sürüklenme
araba ve rüzgar, gece beyaz gürültü
hiçbir anlam, hiçbir zaman işaretleme
bu bilinmeyen zeminde yayılan.

bir sabah saat ve insanların
araba kapıları grogi
kapat. gece açık anılar, önümüzdeki
ev, araba taşınan bir koza
uyku tulumu, silah, patlama
kadın, güven yerine maykaj tazelemeyi tercih etti.
şimdi araba motorları, başlamış
yumuşak, hava ve konforu mırıldandığında
yatak sıcaklığına döndü millet
uyumak için bu sabah
bir yıl önce kalkacağımızdan.


IV. Ora et labora

Bu cicili bicili-zaman hala üzerimizde
çam kestaneleri, sert, kavrulmuş büyüyecek
kimse görmek için durduğunda bile,
açılmak gibi gün için sabırla bekler
şeyler unutulmuş. Hediyeler hala açılmamış.
parlak haller, sevinç gülümsüyor
eller neşe içinde yüksek tutulan, hâlâ biz kurban
yılan ve kuş ve millet gibi şölen
ezkaza doğuyor, yangına övgü
parlayan güneş, sıcaklık ve duvarların
ışıkları parıldıyor. Yine de bizim ibadet
eksikliği, cevizin kabuğunu sıkı tutmaması.

V. Vulnerant omnes, ultima necat.

ona sırtımı çevirdim,
bir demet gül için.

----------------------------
[*]: Genel kanıya bağlı olarak bir fikrin doğru veya yanlış olduğunu ileri sürme safsatası.
[1]: İyi olmak en kötüden daha iyi olmak anlamına gelmez.
[2]: Memnun edilmiş birinden.
[3]: Ölüm kesindir, hayat değil.
[4]: Dua et ve çalış.
[5]: Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür.

26 Ocak 2012 Perşembe

Akıyor Zaman

1/26/2012 06:24:00 ÖS Posted by mistrafantastic , , , No comments


seksendört genel olarak iyi bir grup. başarılı parçaları var. metal müzik açısından da kendi tonlarını bulmuşlardı k.g.b.'de. yeni albüm çıkarmış bu arkadaşlar, akıyor zaman adını vermişler.

beklentilerim yüksekti bu albümden. buldum dinledim, sanki sürekli aynı şarkı çalıyor, aynı havada gidiyor albüm bir kaç şarkı dışında hepsi ortalama parçalar. albümün en güzel yanı albüm kapağı, bir de cd'nin içeriğindeki çalışmalar. zaman tüneli gibi verilen dört ayrı konsept çalışma güzel.

dört tane(3+1) güzel parça var:  elbise, akıyor zaman, gözün doysun ve artı bir pert oldu.çıkış parçası yanlış seçilmiş bana kalırsa. öceki albümlerinden sonra daha da sertleştirmeleri gerekirken, son derece soft bir albüm yapmışlar. sanki ortlama dinleyiciyi elde edelim yeter demişler gibi. 10 üzerinden en fazla 6 alır, o da 11 dakikalık şarkıdan dolayı. değinmeden geçemeyeceğim, bazı şarkılardaki sözler aşırı derecede ağlak, zır zır kafayı yoruyor.

'yetmez ama dinliyoruz. k.g.b bu albümden kesinlikle daha başarılıydı diyebilirim. artık şu noktadan sonra kendilerini geliştirmelerini beklemiyorum, bu modda devam ederler, eurovision'a filan giderler. alternatif müziğin laneti vurmuş gibi. umarım silkinirler.

tracklist ise şu şekilde:

1 - hayır olamaz
2 - kara duvak
3 - şimdi hayat
4 - pert oldu
5 - kendime yalan söyledim
6 - söyle
7 - gözün doysun
8 - bin kere
9 - elbise
10 - akıyor zaman

14 Ocak 2012 Cumartesi

insan kendi kendinden ne yapar?

1/14/2012 11:51:00 ÖS Posted by mistrafantastic 1 comment

bugün iki konuya değinmek istiyorum:

dünyaların çokluğu ama evrenin tekliği[*]:

asalet denilen şey bir yanılsamadır, babadan oğula geçer. gerçek olan babadan oğula geçmeyen, 'kazanılan saygı'dır. asalet kısıtlayıcıdır, saygı ise bizatihi sizin davranışlarınızın bir sonucu olarak oluşur.

şimdi gri, bir çok otoritenin (tamam vurmayın otorite deyince) saygısını kazanmıştır, dişiyle tırnağıyla kazıyarak. türlü tonları her yerde kullanılmış, ne siyah gibi karanlığın, ne beyaz gibi ulaşılmazın simgesi olmuştur. tüm renklerin bizi bırakıp gittiği şu şehir çağında bizi bir başımıza ortalarda bırakmamıştır.

siyah ölümün, yasın; beyaz ise aşırı mutluluğun simgesi olup uçlarda gezerken, gri yanına aldığı tüm renkleri canlı göstermiş, öne çıkmaya çalışmamamıştır. insanların profil fotograflarında griyi tercih oranı yüksektir. bunun nedeni, insanın griye güvenip kendini öne çıkaracağını ummasıdır.

öte yandan, hayat ekstrem uçlarda yaşanmaz, hayat denilen şey de sizin nefesinizi kesen anların toplamı değildir. hayat ortalarda bir yerde yaşanır. olmak istediğiniz kişiyle, olduğunuz kişi arasında bir yerlerde. 

insan ışıkla görür, ışığı göremez[*]:

hepimiz tavuskuşu değiliz, hepimiz yunusun yeleğinden ya da mevlananın cübbesinden de çıkmadık, gogolun paltosu ise sözkonusu bile değil.

bu ilgi meselesine takılanlara çok ilgiliyim. çünkü bir insana ilgi gösteildiğinde karşılık vermezse şerefsiz, kıçı kalkık, karşılık verirse tavuskuşu, koala - ki koala'yı hiç sevmem- , çenesi düşük filan oluyor. doğru olan nedir peki diyeceksin, demeyeceksin aslında ama diyeceksin diye farzederek yazıyorum. sana ilgi gösterene gülümseyeceksin, karşılık vereceksin. efendi olacaksın, içten içe egonu büyüteceğine, millet sana ilgi manyağı derken nefsini ayaklar altına alacaksın gizliden gizliye yorgan altında şişineceğine.

ayaklar ise ilginç bir konu. sizin düşman olduğunuzu farzediyorum. düşman ayağa bakar çünkü. hasıl-ı kelam, sevlmek, ilgi gösterilmek güzeldir, insanı normal yapar. diğerleri normal değil mi diyeceksin, de de çekinme.

değiller işte, sevilmeyen insanlar normal değiller. hatta ve hatta anne sevgisini az alan çocuklar şıpsevdi oluyorlar. 

*: kant efendi.
artwork: sencer aygün.