Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

14 Mart 2010 Pazar

aşk iki kişik yalnızlıktır


reddedilme korkusudur kimi zaman aşkın şiddetini artıran, iki taraf da emin olamadığı zaman sevgiden, yaşanan trajıkomik hikayeler yaşayanları için üzücüdür.

sanıyorum yaşım on beş filan, lise için yapılan sınavlara yeni girmiştim o yaz, ama çok da umrumda değil sınav. istanbulda her zamanki gibi akşam ezanında bitecek olan bir maça başlamıştık, balkonundan bizi izleyen bir teyze vardı, bir kaç tane de esnaf bakıyordu bize. toplam on kişi filandık, hepimiz aynı yaşın yolcusu. en ciks ayakkabılarımızla ve forma niyetine giydiğimiz penyelerle güneşin yakıcılığı altında, asfalt üzerinde bir maça başlamıştık.

güzel güzel oynuyorduk, yenilmemize rağmen maçın gidişatından memnundum. sonra karşı takımdan bir arkadaşım, topun bahçeye kaçmasının yarattığı boşlukta yanıma geldi, noldu gibi bir kafa hareketiyle karşıladım kendisini, kafasını kenara yatırarak birini göstermeye çalışıyordu, kafamı çevirdim, üç tane kız vardı bizim okuldan. orada belli ki maçı izliyorlardı, diğer iki kız ortadaki iki kıza beni işaret ederlerken kafamı o tarafa çevirmem tam bir kabus oldu onlar için, bizim arkadaş gülmeye başladı, ben de kafamı çevirdim o bölgeden, topu kaçıran gelmişti çünkü. kafamı kurcalamaya başlamıştı; neden bakıyorlardı bana diye, üstümü kontrol ettim, kir pas ya da kötü gözüken birşey var mı diye, elimle yüzümü kontrol ettim belki kir filan vardır diye yüzümde... tüm bunları kontrol ettikten sonra, bütün testler negatif gelmişti, bu arada maç devam ediyordu. ayakkabılarımın bağcıklarını bağlama bahanesiyle tekrar baktığımda o tarafa ilk defa gözgöze geldik ve yüzümü bir ateş bastı birden, lan noluyo dedim içinden, daha önce hiç olmamaıştı çünkü böyle birşey.

ayaklarım filan birbirine girmedi aksine bir güven geldi, hala yeniliyorduk belki ama arada bir o tarafa bakıp gözgöze geliyordum, maçın en büyük kazancıydı benim için, bir gol attım ben, camdaki teyze alkışladı beni, kafamı öne eğerek geriye doğru yürürken, o arkadaş yeniden geldi yanıma; abi maç bitmeden git kızın yanına dedi, içinde kalacağına söyle dedi. napacağımı bilmiyorum dedim cevaben.

maçı bitirdik, terden sırıksıklam olmuş üst başla ve tozdan bembayaz olmuş saçlarımla, bakkala girdim, lavabosu vardı bizim bakkalın, elimi yüzümü yıkadım, daha doğrusu kafamı suyun altına soktum, saçlarımı şöyle bir geriye doğru attım, penyeme filan bir düzen vermeye çalıştım,

- mahmut abi iki kutu kola versene..
- napcan lan iki kolayı hastalanırsın az iç..
- sen ver abi..
- iyi tamam.

kolaları elime aldım, ben kızın o tarafa doğru yürümeye başlayınca diğer iki kız yanından ayrıldı onun. duvarın üzerine oturmuştu, ben de çıktım yanına, kolanın birini sessizce uzattım. benimkini açtım kafama diktim, yarısı filan bitmişti ama sıcaklık artıyordu mütemadiyen, şaşırmış olcak ki, sağol kelimesi bir dakika sonra geldi. ben de bişey değil dedim. gözleri yeşildi ve saçları dümdüzdü bunları hatırlıyorum bir tek, ve bana baktıkça üzerime dağlar kadar yük biniyordu sanki, yürüyelim mi dedi, başımla onayladım. havadan sudan konuşmaya devam ediyorduk ama kafamı kaldırıp gözgöze geldiğimde onunla, gözleri içine aıyordu beni sanki, cıvıl cıvıl gülümsüyordu o zaman. bizim mahallede oturuyormuş söyledi, benim bilmediğim şeyleri bile söyledi benim hakkımda..ayaklarım kontrolsüz bir şekilde onu takip ederken durdu birden;

- beni seviyor musun?
- bilmiyorum.

ve yürümeye devam ettik. ertesi gün ve ondan sonraki gün ve tüm yaz. bütün yaptığım maçları izledi, bazen maç bitimine yakın kolamı aldı, terimi sildi mendiliyle. gene bir gün ben terden sırıksıklam olmuşken, mendiliyle terimi siliyordu, ben asfaltın üzerine oturmuştum, sebebini çözemediğim bir hüzün vardı ortamda, kafamı kaldırıp göz göze geldiğimizde ilk defa yanakalarındaki yaşı gördüm süzülen, dik dik bakıyordu, bakıyordu ve eziyordu beni gözleriyle. yanıma oturdu ve elimi tuttu ilk defa:

- beni seviyor musun?
- evet.
- ben şehir dışına gidiyorum lise için..
- ...

mendilini ve yazdığı bir mektubu kucağıma bıraktı, iki adımda bir arkasına bakarak, yavaşça gitti. gözlerinden dökülen yaşlar asfaltın sıcağında buharlaşırken gitme demek için çok geç olduğunu hissettim. ama beni sevdiğine emin olamadım bir türlü, beni sevdiğini hiç söylememişti çünkü, hep bana sormuştu. walkmanimi aldım, o gece masamdaki lambanın ışığında, mektubunu okudum, sevdiğini anladım ama çok geçti.

hala maç yaparken o tarafa doğru bakarım refleks olarak, onu görmeyi umarak, boşluk yüzüme çarpar ve arkadaşım bağırır:

- diklip durma orada..
- peki..

1 yorum:

  1. "aşk iki kişilik yalnızlıktır..."

    hem de en yalınından...

    YanıtlaSil