1950'lerde yapıldığında harikaymış bu bina diye içinden geçirdi. elinde bir fotoğrafı vardı binanın siyah-beyaz. ailenin kızının ölümünden sonra, bina terkedilmişti ve kimse almaya yanaşmamıştı. paltosunu giymemişti hava güzel diye, havada ona inat kötüleşmemeye başlamıştı. griye çalan renkleriyle bulutlar binanın üzerinde akbaba gibi dolanıyorlardı. bu duruma aldırmayarak taşlı yola girdi, bir yandan da fotoğraf makinesini kontrol ediyordu, siyah beyaz fotoğraflar çekecekti bugün. yanında kimse yoktu, en yakın arkadaşı onu ekmişti.
binaya yaklaşınca, binanın tamamen betonarme olmadığını farketti, kolonlar dışındaki heryer ahşaptandı. yöre nemli olduğundan ahşap olan duvarlar çürümüştü ve çok kötü kokuyordu. evin şu anki sahibi, evi ilk yaptıran kişinin çocuklarındandı: mahmut yakut. çok nazik bir insandı ama gene de onda kötü birşeyler sezinlemişti orçun. ona belli etmemişti bu durumu, adamın da çok umrunda değildi, evi unutmuştu zaten orçun gelene kadar. bitirme projesi olarak 50'ler mimarisini inceleyen tezler bekleniyordu, hocası da ona bu binayı önermişti. nikon slr fm3a analog makinası yanındaydı, yakın çekim yapacağı için lensleri yanına almamıştı.
evin içine girdi, her iki taraftan da üst kata uzanan kıvrımlı merdivenler dikkatini çekti ilk olarak, merdivenlerin başlangıç kısımlarında ağzı açık yılanlar bulunuyordu, son derece güzel bir el işçiliğiyle yapılmıştı. birkaç farklı açıdan fotoğrafını çektikten sonra, üst kattan tıkırtılar gelmeye başladı, dışarda rüzgar var diye düşündü, heyecanlanmamaya çalışarak. elleri titreyerek ilginç gördüğü yerleri fotoğraflamaya devam etti, ama merdivenlerin her bir basamağından farklı sesler geliyordu, gıcırdama seslerinden farklıydı bunlar. basamaklardan biri çökünce yüreği hopladı, bir kaç basamak geriledi. kırılan yerden parlak birşeyler gözüküyordu. fotoğraf makinasını ıssız bir yere bakan pencerenin pervazına bıraktı. biraz zorlayarak basamağın üzerini tamamen açınca, şeffaf bir poşet gördü, heyecanını bastırmaya çalışarak elini uzattı, elini batan birşeyi hissedince hemen geri çekti, akrep vardı bir tane, ama zehirinin çok etkili olmadığını biliyordu. simsiyah olanların zehirli ölümcül değildi, uyuşturuyordu sadece.
hızlı hareket ederek poşeti oradan çıkardı ve heyecanla açtı, içinde bir kız fotoğrafı vardı, şaşırarak bunu ölen kıza ait olduğunu farketti. çok güzelmiş diye içinden geçirerek bir kenara bıraktı fotoğrafı, elinde başlayan uyuşma kolunu etkisi altına almıştı. poşetin içinde şiir karalanmış kağıtlar vardı, kızın olmalıydı bu şiirler, yazı çok güzeldi çünkü. bu arada tıkırtılar iyice artmaya başlamıştı, vücudundaki uyuşmayla beraber. rastgele bir kağıdı seçip okumaya başladı satırları:
"Aşağılara baktı adam zirveden
Başkalarını gördü
Sustu adam...
Ağladı kadın...
Gözyaşını verdi adama
Almadı adam..." *
istemsiz bir şekilde fotoğraf makinesine uzandı, merdivenlerin aşağısından yukarısını fotoğraflayacaktı. sol kolunun uyuşmasına aldırmayarak, makinayı gözlerine doğru yanaştırdı, kadrajı ayarladı ama makinayı bir türlü sabitleyemiyordu, sol kolu yüzünden. az önce kırılan meriven basamağının üzerinde bir genç kız vardı, yüzü az önce gördüğü fotoğraftakiyle aynıydı, ama saydamdı sanki, bir eli trabzanlara tutunmuştu diğer elini ona uzanıyordu, artık çekmem lazım diye düşünüyordu, bu sahneyi kaçırmamalıydı. gözlerine perdeler inerken, fotoğrafı çekmeyi başardı, sol kolu artık tutmaz haldeyken yığıldı kaldı merdivenlere, rüzgar uğulduyordu, gözlerini işlemeli tavana çevirdi, yüzünün üzerinde kızın yüzü vardı sanki, ellerini yavaşça yüzüne doğru yaklaştırdı kız, gözkapaklarını indirdi.
neden sonra uyandığında sol kolunda müthiş bir ağrı vardı, makinanın ön camı patlamıştı düşmenin etkisiyle, üstünü başını silkeleyip ayrıldı oradan, elinde bir poşet dolusu şiir, yıllar önce ölen kızın fotoğrafı, gördüğü hayalin güzelliğiyle.
"düşümde sonsuzluktasın dedi başka ses
dans etmekte soluklar
ser hoşluk anı
dolaşıyorum uçarı
yüzümde külrengi bez parçası
dostlarım uğruyor inleyen dizelerle
seyyar yolcular geçiyor
tutuyorlar kollarımı bacaklarımı
esmer tenim yakarmakta
toprağın ateşiyle
iki büklüm hayaletim
dolaşıyorum dostlar arasında
bir ses yükseliyor
bu daha ölmemiş
kaldırın başını daha dik
öğrenecek aşk-ı
günün renkleriyle" **
*: nurdal ünsal şiirinden alıntıdır.
**: saniye gündüz yıldırım şiiridir.
0 yorum:
Yorum Gönder