Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

2 Haziran 2011 Perşembe

kansızlık

6/02/2011 11:38:00 ÖS Posted by mistrafantastic , , , No comments
ayı, kansızlık ve buzdolabındakiler öyküleri oldukça güzel. arka kapak yazısı yok. ön kapakta dama zemin üzerinde, kırmızı bir adam silueti var. uçurumun dibinde duruyor. selçuk orhan, ilk öyküsünün adını, ilk kitabının adı da koymuş. fena olmamış. dergah bastı, ben okudum. saman kağıdı.

* * *

önce solgunluk ve benzeri şekilde kendini gösteren, tehlikeli bir hastalıkmış anemi. aslına bakarsak, sokakta kansızlık bu manada kullanılmaz, anemi diye babalar gibi bir sözcüğümüzün varolmasından. (madem farklı bir sözcüğümüz var, neden kullanmıyoruz?) bunu rağmen yaşını başını almış teyzeler ısrar ederler, "yavrum betin benzin atmış, bekmez iç! kansız kalmışsın." onlara göre kansızlık hastalık olamaz, yakınlarından biri ciddi  şekilde bu hastalığı geçirmediyse. kansızlık pekmezle giderilebilen bir şeydir ve buna iman ederler.

aslında ben "kansız!" lafını ilk kez, ananemin ağzından işittim: "bırak sen de şunları oğlum, bunun abileri de kansız!" büyük hakaret olmalıydı, zira olmayan şedde varlığını hissettiriyordu, cümlenin sonundaki vurgu vs. her şey tamamdı. burada kan bağına ülkede verilen önemi de göz ardı edemeyiz. kan önemlidir, soy sop önemlidir, bu pencereden bakınca kansız sözü soyu sopu belirsiz gibi bir yere çıkıyor ki evlerden ırak. ciğersiz, umursaması, vicdanı olmayan (ve benzeri anlamlar) gibi anlamlar direk aklınıza gelmiştir zaten.

* * *

son kansızlık ise, cümle içinde geçme olasılığı düşük bir kansızlık. tıptan uzak, işin kötüsü bunu yaşını başını almış teyzeler bile kullanmıyorlar, soy sop da karıştırmıyor. sadece okuma hastalığına iyi geldiği söylenmiş. ara ara ama. tekmili birden on bir hikaye ama hepsini toplasan sahaya çıkamaz. iyi bir şey bu.

öyküler genel manada alıştığımız belirgin sonlarla bitmiyor. hani eski edebiyat dergilerindeki gibi, sırf betimleme olduğu belli olsun diye yapılan betimleme gibi betimler yok. türkçenin yer altı ve yer üstü güzelliklerini kullanma çabasına da girmemiş yazar. sadece anlatmış, bazen aksak, bazen koşarak.

öykülerin kahramanları silik karakterler, çevrelerinde olup bitenlere ya az dikkat ediyorlar ya da fazla dikkat ediyorlar. ortası yok. zaten gerçekler hayal olamaz, ama hayaller gerçek olabilir borges'in dediği gibi. bundan mütevellit selçuk orhan'ın anlattığı bu kahramanlar, hayalden gerçeğe dönüşebilirler, belki de dönüşmüşlerdir.

türlü üslupları denediği öykülerde, en çok dikkatimi çeken nokta, deyimleri devirme açlığıydı. biraz da şiirsel bir hava yakalamak için yapmış olabilir bunu. belki de öykülerin geçtiği zaman ve mekanları okuyucuya yakınlaştırmak için. devrik ya da değiştirilmiş bir deyim, okyucunun ilgisini toplamaya da yarar çok zaman. bundan da faydalanıyor selçuk orhan. bir de dikkatimi çeken diğer nokta, yazarın az sayıda epigraf, alıntı, şiir dizesi vb. kullanması.

0 yorum:

Yorum Gönder