gösterinin olduğu alana vardı. halk yavaşça toplanırken nalburun biri çırağına küfrederek çıktı. saniyeler içinde suratı değişti, yüzü gülümseyerek alandaki kadınlardan birine yanaştı. hemen hemen her kesimden insan toplanmaya başlamıştı alana. gittikçe ısınan havada insan ve ter kokusu dayanılmazdı.
sahneye çıkan çocuğu gördü. kısa bir an için göz göze geldiler, gözleri yeşil bir çocuktu, muhtemelen romalı diye düşündü. omuzları genişti. çenesinin hemen altında boynuna kadar uzanan sprial bir dövmesi vardı. dudakları ise göstericilere konuşurken ağzı sulanmasın diye tuzlanmıştı, yer yer kraterler ve yeni kapanmış yaralarla doluydu. ayaklarında kırbaç izleri ise nispeten yeni sayılırdı. henüz hokkabazlığı öğrenmiş bir çocuktu bu. çabuk öğrenmesi için ayak bilekleri kırbaçlanırdı bu çocukların. ufak bir torbadan yanakları parlayan bıçakları çıkardı, birbirine sürttü. bıçakların çıkardığı o kendine özgü sesle bir kaç kişinin kıpırdadığını hissetti. türk olmalıydılar. tekrar gözlerini çocuğa çevirdi.
sıkı sıkı tuttuğu kitabıyla, çantasına da dikkat ederek kurulmuş sahnede dekor olarak kullanılan kitapları da görebileceği bir yere geçti. bölgenin lordları, dulları, çocukları şimdiden başsız gürültüler çıkartıyordu.
sahneye çıkan doktor başıyla emir verdi çocuğa ve gösteri başladı.
"iyi dünler, iyi günler!"
bir yandan adam türlü palavralarla ilacını anlattı. sonra bölge yöneticisini övdü. soğuk bir gülümseme ile karşılık verdi yönetici ve hediye ilacı kabul etti. muhtemelen bal ile tad verilmiş, birkaç bitki ile de kokulandırılan içkiden başka bir şey değildi. tek iyi etkisi bağırsakları açması ve hücre yenilenmesiydi. kelliğe ve yaralara iyi gelmezdi, düzenli kullanılması gerekti. adam birkaç masal anlattı. şövalyeleri öven bu hikayelerden meydandaki papazlar pek hoşlanmasa da lord her masalın sonunda ellerini ikişer kez çırptı. anlatıcının gözlerinden bir rahatlama geçti. öldürülmeden kurtulmuştu. yöneticilerin sağı solu belli olmazdı.
ilaçları satmaya başlayacaktı. çocukla göz göze geldi anlatıcı, çocuk bıçakları çevirerek ona döndü, her tam dönüşünde çevirdiği bıçaklardan birini yere bırakıyordu ama gösterinin normal seyri bu değildi. bıçaktlar teker teker torbaya düşerdi ve gösteri biterdi. son üç bıçağa geldiğinde eline inen bıçağın ucundan ustalıkla tutup anlatıcıya fırlattı, bakışları çocuğu izleyen anlatıcı, köpeklere özgü bir inilti çıkardı. saten elbisesinin dantelleri kan ile boyanırken yüzü izleyicilere bakacak şekilde düştü, bir kaç saniye içinde. çocuk elindeki diğer bıçağı lorda, diğerini ise hemen yanında ayakta durana büyük bir ustalıkla fırlattı. askerler çocuğu yakaladılar. hemen oracıkta başı kesilen romalı çocuk, boynundaki spirale dokunmuştu önce, daha sonra ise haça. en ufak bir direnme göstermemişti.
lorda attığı bıçak lordun kulağını sıyırmıştı fakat lordun kulağında saniyeler içinde yeşillenmeler başlamıştı. bıçağın ucu zehirle ovulmuştu muhtemelen. "hekim var mı!" diye bağırdı askerlerden biri. kimseden ses çıkmadı.
adam yavaş adımlarla sahnedeki dekorun içine doğru ilerledi. kitaplara yaklaştı ve eş-şifa yazan kalın kırmızı kitabı aldı. bu sırada askerlerden biri lordun kulağındaki yarayı temizlemeye çalışıyordu ama baldıran zehri veya haşhaştan yapılmış bu zehirden kurtulmasının yolu kulağın tamamen kesilmesi ve kesilen yerin ayı yağıyla ovulmasıydı.
olan biteni seyrederken birinin elini çantasına uzattığını hissetti.farketmesi kendisi için hayırlı olmamıştı. hırsız bir yumrukla yere serdi adamı. sonra ellerini belindeki meşin torbaya uzatt,ı çekti ve aldı paraları. karnına ve ağzına tekme salladı. yerdeki adamın kırbaç izli ayak bilekleri açıkta kaldı. hırsız ayaklarını omuz genişliğinde açtı ve yerdeki adama muzaffer bir gülümsemeyle baktı. askerler karışıklıüa doğru yönelmişti.
geri dönüp yirmi altı buçuk dişiyle gülümsedi yerdeki adam. hırsız koşar adım uzaklaştı. ayak bileklerini ovdu. böğrünü tutarak kalktı. çocuğun kanının kokusu bu sıcakta çekilmez bir hal almıştı. büyük hekim'in kitabını çantasına koydu. çantasındaki tozları nasırlanmış elleriyle vurarak temizledi. lord acı içinde uluyordu, zehir kulağından başka yerlere sirayet etmiş olmalıydı.
asker ihtiyara döndü ve sordu:
- tanrıya inanmıyor musun? boynunda haç yok?
- akıl kaçınılmazca neseneler yaratır kendisine. bu yüzden her düşünenin tanrısı, düşüncesine göre şekillenir.
yarattığı akıl karışıklığından faydalandı, hızlı adımlarla geldiği yere doğru giderek alandan uzaklaştı. dilenci kadın yoktu. verdiği bir parça ekmek yerdeydi, üfledi ve çantasına koydu. şehrin batı kapısı gözüküyordu. başındaki sargıyı gözlerinin düzelterek gözlerinin hemen üzerine yerleştirdi, ağzını ve burnunu da kapatarak kapıdan çıktığında sakson borusu ötüyordu. lord ölmüştü.
0 yorum:
Yorum Gönder