yalnızlığını vestiyere bırakıp içeri girdi.
kahve falına inanmazdı ama üç vakte kadar dört ölüm haberi duymuştu, üçü asoşıyeytıttan birini gazeteden. istemsiz bir şekilde fatiha okumuştu hepsinin ardından, acaba kimse okuyor mu diye düşünmeden, dinleri umrunda olmadan. tanımadığı kimselere karşılıksız iyilikler yapıyordu ama rahatlayamıyordu bir türlü. gidecek yeri olsa hiç beklemezdi ama bütün yollar ona çıkıyordu, o ise son sürat girilen viraj gibiydi, kaza kaçınılmazdı. onu kendinde yaşatmayı denemişti, az kalsın ölüyordu, ucuz yırtmıştı. sevdiği birkaç kadınla bir kaç farklı hayatı olmuştu, ama onlar giderken herşeyi almışlardı ondan. dört duvarla ve onların kokularıyla başbaşa kalmıştı.
seksenlerden bir rock müzik parçası açtı, birkaç bisküvi çıkardı ve kahvesini aldı ve geçti tek kişilik koltuğundaki iki kişilik yalnızlığına. karşısındaki tablo "çektiğin acıların bedeli ben miyim" der gibi ona bakıyordu. ama öyle değildi. beyaz gömlek ve mavi kravatla çekildiği fotoğrafın bu olayla uzaktan yakından alakası yoktu. arıyordu aylardır pişmanlıkla, kopardığı bağlarını. kimselerin görmesini istemedği o mabedinde yalnızdı şimdi sırf bu yüzden. yüzüne kapanan onca kapıyı kendisi kapatmıştı daha onca onların yüzlerine. hiç birşey yağmadan öylece gizlemişti kendini, çoğu insanla alay etmişti, yarım kalmıştı ama sonunda. bir türlü başlamıyordu kendi kıyameti. yalnızlığı dur durak bilmeden ilerlerken, uyurken ölüyordu ve her sabah yeniden diriliyordu.
koşulsuz sevmemişti hiç, bir çocuk gibi hep karşılık beklemişti, bir çikolata beklemişti fıstıksız, fıstığa alerjisi vardı çünkü. kimseye boyun eğmemişti ama kimse görmemişti bunları. akıllarda alaycı ve umursamaz biri olarak kalmıştı. yaşı kemale ermeden yaşadığı üç sevda kendisiyle beraber ölmüştü ve sonsuz bir kış uykusuna girmişti gönlü, biriktiridiği sevgi olmadığı için bu uykudan sağ çıkamayacağını hissediyordu. güneşle arasına perdeler çekmişti ve zehirlenmişti kalemi. yalnızlığı daha fazla yazıyordu ve tükenmez kalemler tükeniyordu. elinde hiç birşey kalmayıncaya ve daha fazla dayanamayacağını hissedene kadar yazıyordu. yazdıkça işkence ediyordu ve geriye kalan kelimrler rüyalarına giriyordu her seferinde ama nerede hata yaptığını bulamıyordu.
ağlasa, yalvarsa, bağırsa birşey farktmeyecekti, yazmaktan başka bir çaresi yoktu ve kendi kazığı çukurun dibini boylamasına az kalmıştı. hayat yalnız yaşanmazdı ve kahrolası yalıtım yüzünden sesini duyan yoktu. ilk değildi bu son olmayacaktı, avazı çıktığı kadar bağırıp tükenmez kalem tükenene kadar yazacaktı, bu gece için şarjını bitirip yatacaktı. karanlık sokaklarda arkasından koşan katilden kaçarken saatin alarmına yakalanacaktı ve diş fırçasının işkencesine maruz kaldıktan sonra, acı kahve içip uyanacak, sabahın ilk sigarasıyla yaşama dönecekti tekrardan.
sevginin faturasını geç ödediği için aşkını kesmişlerdi, yalnızlığının karanlığında umudun mumlarıyla idare ediyordu. herkes neden düşman diye sordu kendine, unutmuşlardı çünkü, nuh'un nefesini. bateri solosuyla beraber gerçek hayata döndü ve yeniden bir kahve yaptı. olanların tek sebebi kendisi gibi davranmıştı önce ve gülüp geçmişti ama üzerine düşünmemişti çok. kendisini işin içinden çıkarınca görünmeyen yaraları kabuk bağlamıştı aslında. çok da kurcalamaya gerek yoktu.
kurtar beni bu azaptan anne, dedi ve ses gelmedi. hayat o kadar acımasızdı ki, verdiği herşeyi geri alıyordu ve müebbet yatan gene sendin. tek kişilik hücrende vestiyerde yalnızlığın vardı, aşkı askıya almıştın.
0 yorum:
Yorum Gönder